6 Eylül 2011 Salı

Eşeğin Kıçından Bildiriyorum...

Herkesin tatildeyken yediklerini (hem gıda açısından hem halt açısından ) twitterde izlemenin verdiği gerginlik yetmiyormuş gibi, vardiyeli çalıştığım iş yerinden bir çalışan ayrıldı. Dolayısıyla bırak bayram tatilini,  hem haftalık izin yapmak gibi bir şansımız, hem de shiftlere geç gelmek gibi bir şansımız kalmamıştı... O yüzden yapılan tüm nispetler bire beş oranda canımı sıktı.

Tebrikler ediyorum.

Neyse dedik, bayram sonrası gümbür gümbür bir event hazırlamıştık.

(Yani biz öyle sanıyorduk.)

Hatta Türkiye'ye gelen bir grup için sponsor bile olmuştuk parasını verip. Event listelerinde "sponsored by" olarak yer almak için de para ödemiştik.

Facebookta gruplar kuruldu, özel web sitelerinde reklamlar verildi, bannerler flyerlar hazırlandı. Artık bu kadar çabaya karşılık olarak, arkadaşları birkaç gün öncesinden telefon açarak çağırdığımız partilerdekinden daha fazla katılım olur diye düşündük. Feci yanıldığımızı 26 kişilik katılım olunca anlamıştık. En son yaptığımız dandikten partide bile 94 kişi giriş ödeyerek gelmiş ve çılgınca eğlenmiş (abartmıyorum), ondan sonra 35 kişi de after party için anlaştığımız mekana gitmişti.

Zamanlama kötüydü. Herkes tatilde, bakın bunu yiyorum, şuradayım şeklinde tweet atmakla meşguldü.

İstanbul bomboştu kısaca.

Burdan yedik kocaman bir tokat!

Hemde en Osmanlısından, en eli nasırlısından...

Sonra çook çok sevdiğim bir arkadaşımın canının sıkılmasına, hatta canının sıkılmasından öte bana köpürmesine, benden yana hayal kırıklığının oluşmasına neden oldum. Ki aslında "o kadar da tepki göstereceğini asla düşünmezdim."

Yani,

"Beni yanlış anladı"

demek istemiyorum. Klişelerden uzak olmak fevkalade güzel bir şey. Ama gelin gelelim ifade edemeyeceğim kadar salak ve içeriği olmayan bir cümle üzerine, kendisinden duyduklarım beni şu an bulunduğum yere soktu ki buranın ortamı hiç iyi değil. (Eşeğin kıçından bahsediyorum).

Buradan bangır bangır bağırıyorum.

"Ben seni asla o tahmin ettiğin şekilde bir yere koymadım. Bir anlığına bile olsa koymadım! Koymayacağımı da çok iyi biliyor olman lazım.... Eğer koyduğumu düşünüyorsan halen, işte ben o zaman yerle bir olurum! "

Sana senin ifadenle son kez söylüyorum... "Bana hakkaten iyi geliyorsun, seninle vakit geçirmeyi seviyorum."

Daha bitti mi sanıyorsunuz?

Asla!

Bir de iş yerindeki abuk sabuk olaylar var ki, inanamazsınız!

Ancak işimle ilgili olarak buradan siz okuyucularıma seslenmek istemiyorum. Zira "herkes" okuyabilir.

Ama şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki,

Tanrı (varsa eğer) tüm canlıları Araplardan korusun...

Amin!

4 Ağustos 2011 Perşembe

Biz HD Kutu Satıcaktık Size? Neyse Özür Dileriz...

Evimde Uydunet internet paketi var. E takdir edersiniz ki, internetsiz bir evde yaşamam pek mümkün değil.

Tamam abartı gibi gelebilir ama benim "hobi olarak" yaptığım işim sürekli bir internet bağlantısı gerektiriyor. 

E her şeyi de telefonun o mercimek büyüklüğündeki tuşlarına dokunarak yapamıyorsunuz. Klavyeli geniş ekranlı bir ortam şart.

Hele bir de söz konusu mail ise, şart ki ne şart.

Neyse, 

Günlerden bir gün mahallede elektrik kesintisi yaşadık. Mahallecek şanslıyız ki, yarım saat bile dolmadan elektriğimiz geri geldi.

Ancak geri gelmeyen bir şey vardı ki, o da internet...

Modemlerin ne kadar "osuruktan nem kapan" aygıtlar olduğunu bildiğimden, prizine güç koruması zımbırtısı taktım. Hani problem asla modemde olamazdı. (Evet ilerleyen kısımda haklı olduğumu göreceksiniz).

Hemen 444-0-126 aranıp arıza kaydı verilmeliydi ki ivedilikle çözülsün...

Uygun tuşa basıldı.

Müşteri Hizmetlerindeki Bayan  (MHB)

MHB : İyi günler nasıl yardımcı olabilirim.
Ben: Merhaba, elektrik kesintisi oldu mahallemizde ve ardından internet de kesildi.
MHB: Elektrikler geldi mi ??
Ben : Evet geldi?
MHB: Kontrol ediyorum.
Ben : Neyi, gelip gelmediğini mi ?
MHB: Hayır, arıza kaydı bırakıp bırakmadığınızı.
Ben : Abone numaramı söyleyeyim o zaman. 
MHB: Kayıtlı cep telefonunuzdan aradınız sanırım OyhYeah bey, adınız sistemde görünüyor.
Ben : WAY BE!!! Peki bekliyorum. Arıza kaydı bırakıcaz sanırım.
MHB: Ne yazık ki bırakamayacağız OyhYeah bey, çünkü genel bir çalışma var bölgenizde. Sisteme düşülen nota göre 5 saat içinde giderilecek. Ondan sonra her şey normale dönecektir.
Ben: Aa iyi tamam yapacak bir şey yok, bekleyelim o halde. İyi günler.
MHB: İyi günler.

Farkındaysanız halen daha bir çemkirme, bir azarlama ya da bağırma olduğunu belirtmedim. Gayet naif ve oldukça anlayışlıyım.

Bekleyeceğiz artık bile demişim..

Bekledim de.

6 saat, 14 saat.. Yok...

Dedim uzadı heralde.

Bu esnada hafta sonuna denk geldiğinden eve pek uğrama fırsatım olmadı. Uğradığım zamanlarda da interneti kontrol etme girişiminde bulunmadım her yere aceleyle gittiğimden...

İlk aramamın üzerinden 6 gün geçmişti. Yani 144 saat.  Yani benden talep edilenden 28.8 kat daha fazla beklemiştim.

Ben!! Beklemişim! Hem de 6 gün! Elimden geleninin fazlasını bile yapmışım.

Yine aradım müşteri hizmetlerini, yine  aynı şeyi söyledi MHB. 6 ila 7 saat içerisinde bölgemdeki çalışma bitecekmiş. 

Tamam teşekkür ederim dedim kapattım.

Sonra ne yaptım. Çok zor değil tahmin etmek..

Genel müdürlüğü aradım bu sefer. Dedim

"Tam tamına 7 gündür internetim yok. Bir ayın 4te1'i eder. Arıza kaydı bırakamıyorum, çalışma varmış. Dalga mı geçiyorsunuz, bu gün o modemin lambaları yanacak, internete girilecek... O kadar!"

Cevap: Tamam abi geliyoruz.

Tam yarım saat içinde, 30 dakika dolmadan hatta, adamlar kapımdaydılar. 

Abi televizyon yok mu evde?
Yok valla, izlemiyorum.
E kablo TV aboneliğiniz var.
E kablo TV aboneliği almadan internet satmıyorsunuz ki.
Ha doğru.
Ama televizyonsuz ölçüm yapamayız.
Bal gibi yaparsınız. Yapacaksınız, zerre ilgilendirmiyor. Yahu 1 hafta oldu... 
He o zaman ölçüm aletini alayım araçtan.
Ya havle!

O apartmanın girişindeki asma kilitle kilitlenmiş, ancak tornavida kullanarak kolaylıkla açabileceğiniz kutunun içindeki zımbırtı voltaj şeysinden bozulmuş. O yani, değiştirdiler bitti... 10 dakikalarını aldı.

"E bir hafta bunun için mi bekledim ben şimdi! Hani çalışma vardı? " dediğimde;

"Abi, o bir hafta önceydi, 5 saat falan sürdü bitti" dedi..

Neyse dedim OyhYeah, sakin, boşver bak internet geldi. Gir bak ne istersen yap...

1 saat sonra telefonum çaldı ve arayan 444'lü bir kurumsal numara. 


Açtım.


MBH : Merhaba OyhYeah bey, biz Uydu Net bilmemnesiyiz. Gördüğümüz kadarıyla kablo TV abonesisiniz ve artık analog yayınlar tarihe karışmak üzere. (Salak, kendi sattığı şeyi yeren salak hemde!) Bizim de size özel ve kısa süreli bir teklifimiz olacaktı.

Ben :Eee...

MHB : HD set top box isterseniz ayda sadece bilmemkaç tl ödeyerek size sağlayabiliriz. Bu avantajdan yararlanacağınızı düşünüyorum. Ne dersiniz,

Ben : Şöyle derim;

Öncelikle çok kötü bir zamanda aradınız. Ben internet için almış bulundum kabloTVyi. Ve bir haftadır da internetimi sizin garip müşteri hizmetiniz yüzünden kullanamadım. Bir de şimdi bana bunu mu pazarlamaya çalışıyorsunuz!

MHB: Ama beyfendi..

Ben : İkinci olarak, bunu bir ay önce aradığınızda da bir hafta sürecek demiştiniz. Yemezler...

MHB: Aa şey stok...

Ben: Bir saniye, son olarak şunu söyleyim, evimde televizyon yok. Hediye edecekseniz seve seve set top boxunuzu alırım.

MHB: Benim bunlardan haberim yoktu. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim.

Ben : Siz değil hanımefendi, kurum rahatsızlık verdi, yine de kısaca teşekkür ederim, almıyorum.

Sakinim, tatil işe yaradı...

Spor da iyi gidiyor. 

Eski ev arkadaşım da geri dönüyor Türkiye'ye.. Ooooh :)

26 Haziran 2011 Pazar

Aspirin ile temizlik.

Çalıştığım yerdeki temizlik elemanları ile muabbetim oldukça iyi. 

Kendilerini annemmişler gibi değerlendirmemi istiyorlar. Sen gurbettesin oğlum biz de senin annen sayılırız modundalar.

Çok candan ve hakiki kadınlar.

E tabi tecrübelerinden faydalanmak da lazım. Ustalıklarından da...

Mesela temizlik ile ilgili her türlü sorumu sorabiliyorum kendilerine.

Çok pratikleşti herşey onlara sorular sorup şaşırtan cevaplar almaya başladığımdan bu yana.

Mesela, duşakabini en güzel nasıl temizlerim dediğimde aldığım cevap...


  • Aspirinle.
  • Nasıl yani ? Bildiğimiz aspirin mi adı ?
  • Hee yavrum, heryerde satılıyor.
  • Aspirin. Alla alla... İlaç olan mı ? 
  • Ay evet aaa, nesine şaşırdıysan...
  • E nasıl yapıcam.
  • Alıcan aspirini sürücen köşelere falan. 
  • E sonra?
  • Beklet biraz, köpürsün kabarsın sonra su tut gider zaten.
  • Aaa iyiymiş akşama alayım da yapayım.
Saftirik ben, eczaneye gidip 3 kutu sandoz aspirini alıp duşakabinin köşelerine sürtüp öyle beklettim birkaç dakika. Sonra da su tuttum. 

Temizlik elemanının bahsettiği bu olamazdı. Yeterli temizliği sağlayamamıştım.

Ama başından beri bir yanlışlık olduğunu biliyordum.

Ertesi gün anlattığımda kadın nefessiz kaldı gülmekten. 

Meğer şundan bahsediyormuş.
Ama benim asıl mesleğim fen ve teknoloji ile ilgili olduğundan şöyle düşündüm:

Şimdi aspirinin (İlaç olan) içerisinde salisilik asit denen bir madde var. Asit sonuçta. Kadın da dediyse bir bildiği vardır. O kadar emin ve kesin konuşuyordu ki. 

Aspiriiiin aall... Aspirinle temizleeeee...

Aynı zamanda efervesan (köpüren - gazoz gibi olan) tabletler de fışırdadığından heralde iyi temizler diye düşünmüştüm.

Ver ettim sürdüm her yere aspirin.

Ama ben sordum ilaç olan mı diye. Onlara göre temizlik malzemeleri de ilaç olduğundan onayladı tabi.

Ama tabi sonucu tahmin edebiliyorsunuzdur.

Artık çok sağlıklı bir banyom var. 




Köyden Şehre İneli Tam 1 Yıl Oldu

24 Haziran 2010... 

Bihterli dizinin son bölümü başlamak üzere. Ev arkadaşı olacağım arkadaşımın evine gitmek üzere taksideyim. Kocaman valizim.

Tam "Hello Adana, ne var ne yok orda" modu yani. 

Tamam abarttık azıcık. Neyse,

Dizinin müdavimi olan arkadaşımın evine girdim ve öylece dizinin sonuna kadar izledik. Bihterin "nihayet" ölmesiyle birlikte hoşgeldin beş gittin işte burası odan vs vs...

10 Temmuzda bir arkadaşının doğum gününe gitmiştik, karaoke partisi vardı. Eğlendik şarkılar söyledik falan... Ev arkadaşımın sesi oldukça güzeldi  ve kendisi müzik konusunda bol bilgili bir insan. Şarkılar söylenirken "sosyal ağlardan birinden" tanışmak üzere olduğum kişi ile mesajlaşmam sürdü uzadı gülüşüldü mesajlarla. Ertesi gün yemek yemek üzere sözleştik. O pişirecekti.

Daha gözü açılmamış bir serçeydim İstanbuld'da (yersen).

Bu arada artık işe başlamıştım ve her gün 4 saatimi yollarda otobüslerde geçiriyordum ve bu beni içten içe yiyordu. Ama bazı akşamlar da yemekli arkadaşımda kalıyordum ki çok eğleniyorduk. Detaya girmiycem.

Gel zaman git zaman 1 sene olmuş bak :) Dün gibi aklımda eve girdiğimde kedinin bana tıslaması, arkadaşımın "Bihter ölünce" iki eli ile ağzını kapatıp ağlaması....

Tecrübelerimi paylaşayım ki çoğalsın...

1- Deveye diken insana *iken. Acı ama gerçek. Tüm ilişkileri gözlemlediğimde net bir şekilde anlıyorum. 

2-Çok fazla mütevazi olmamakta fayda var, insanlar hadlerini kaybetmekte çok başarılılar ve bu konuda bir "foton"a bile parmak ısırtabilecek derecede hızlılar.  Dahası birbirleriyle amansız bir yarış içindeler.

3-Çamur at izi kalsın artık yetersiz bir söylem. Üzerine sıç kokusu kalsın daha güçlü ve daha kullanılası bence.

4- En çok dedikoduyu kesinlikle erkekler ve erkeksiler yapıyor.

5- Bir insanın seninle ilgili bilgi edinmesi veya seni "tanıması" için seninle tanışması gerekmiyor. O veya bu seni zaten anlatıyor.

5- "Fark ettirmeden kendinden soğuttunu" düşünen insanlar var. Gayet farkediliyor canım, o kadarını yemiyoruz.

6- "İki kere 5 yazmış salak" gibi "cin göz" olmayı maharet sayanlar var. Gerçekten. Belki sen bile...

7- Büyük konuşmamak gerek. Asla kelimesini de hiç kullanmamalı. (Asla asla demem mevzusu yani.)

8- İdealizm bir yere kadar. Çalıştığın işten mutlu değilsen değiştir. Kovulana kadar bekleme. Alternatiflerini değerlendir.

9- Kesin yaparım diyene inanma, kesin yapmaz. 

10- "Canımsın yaa" diyenden kaç. Arkana bile bakma..

11- Moda diye saçma salak kıyafet giyip de "atlet üzeri ceketi" yutturmaya çalışanlar var. 

12- Kibir bir canavar gibi beklemiyor pusuda, artık harekete geçmiş saldırgan... 

13- Had ne kadar çabuk kaybediliyorsa şer de o kadar çabuk geliyor, Eklemeliydim..

14- Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer muhabbeti biraz gerçek galiba. Halen canım sıkılıyor.

15- Seninle güzel vakit geçiriyorum, görüşelim derlerse de inanma. Hep son anda işleri çıkar.

16- Eğlenceli insan ol ama insanların eğlencesi olma. 

17- Biraz bencil olmayı becer, beceremiyorsan şikayet etme. Daha fazla çaba göster. SONUÇ OLARAK BENCİL OL!

18- Çok yoğun çalışıyor olmanızdan dolayı arkadaşlarınızın düzenlediği sosyal etkinliklere katılamıyor olabilirsiniz. Bu durumda etkinliği düzenleyen arkadaşınız "sen çalış afganlı işçiler gibi" diyor, katılamamış olmanın verdiği mutsuzluğunuzu pekiştiriyorsa sadece siktir edin kendisini. 

19 -"Stylish" olmak için tunik giyemem. Kot pantolonun adı da kot pantolon... Jean demem!

20- Beğendiğiniz kişinin arkadaşı tarafından "Onu istiyorsan COOL olmalısın" denilebilir. Kimse için "mış" gibi olamıyorum onu anladım...

21- Cool değilim... 

22- Yapay zeka, doğal aptallık üzerinde bir etki gösteremiyor. 

23- Çok kullanılan yerli olmayan bir portal Türkçe'ye çevirildiği zaman inanılmaz şekilde bir kitlesel değişim söz konusu oluyor. Akıl sır ermez bir durum.

24- Demet Akalın gerçekten var.

25- Bırı canını sıktıgında somurtman ıcın 42 kas calısması gerekıyormus.elını kaldırıp bır tane yapıstırdıgında 4 kas yetıyo..bunu bıl yeter....

26- İkizler burcu insanlarına karşı nedense feci bir töleransım var. Ve yine ne hikmetse hep de karşıma onlar çıkıyor.. Sizi anlıyorum ikizlerler...

27-Söz vermek göt vermeye benzemez kelimesi de artık yetersiz. Zira ikincisini artık herkes ulu orta veriyor. Bir anlamı yok yani.

28- Sinan Akçıl'a 'şarkı söyle' diyenle, Ajdar'a 'hiperstar' diyen aynıdır benim gözümde .

29- Güneş'in altında, içi boş bozuk CD bile parlıyor. Aldanmayın insanların dış görünüşüne...

30- "Ben senin saf halini seviyordum." diyorsa da iyice bi düşüb. Türkçe meali : "oh ne güzel oynatıyordum seni parmağımda, artık yemiyorsun" olabilir. Emin olana kadar gözlem yap.

Hayatımın en güzel yazı idi :D

Ama bombok bitti.

Bu yaz çok çılgın planlarım var, yapabilirsem ne mutlu bana.


24 Haziran 2011 Cuma

Hocam, Merhaba...

Hocam merhaba...

Uzun zamandır sizden çekindiğimden dolayı sizinle irtibata geçmiyordum ancak az önce fark ettim ki, sizden değil, düşüncelerimle yüzleşmekten çekiniyormuşum. Dolayısıyla, benden yana bir beklentinizin olduğunu (en azından önceden vardı biliyorum) bildiğimden ötürü böyle bir posta atma gereğini hissettim.

9 ay öncesine kadar öğretmenlik yaparak ve özel ders vererek ancak borçlarımı kapatabilecek kadar para kazanıyordum. Sizinle de sürekli bu konu hakkında konuşuyorduk. Hatta azmine hayranım derdiniz hep. Onca saat dershaneden sonra gece yarısı saat 22:00 sularına kadar ders anlattığımı duyduğunuzda oldukça şaşırmıştınız.  Açıkçası çocuklarla birlikte zaman geçirmekten ve onların bana olan minnettarlığını görmekten oldukça keyif alıyordum.

Hatta şimdi yine öğretmenlik yapsam yine alırım.

3 yıllık öğretmenlik hayatımda, kâh bedava çalıştım, kâh yol parasına... Kısacası sırf taşın altına elimi sokmak adına, didindim durdum. Hatta beni yüksek lisansa kabul ederken de şu konuşma geçmişti:
- Neden bu alanda yüksek lisans yapmak istiyorsun?-Hocam, herkes şikayet eder, farklı olanlar bir şeyler yapmaya başlarlar. Ben bu konuda farklı olduğumu düşünüyorum ve taşın altına elimi sokmaya hazırım.
Gözünüz dolmuştu söylediğinize göre. Ben tam hatırlayamıyorum gözlerinizin doluluk oranını çünkü epey heyecanlıydım o sıra. Neyse...

Şimdi İstanbul'dayım.  Hatta ben buraya gelirken de oldukça sevinmiştiniz. Eğitimle ilgili bir projede anahtar bir rol oynamaktaydım.

Ama görünüşe bakılırsa anahtarın işi kilit açılana kadarmış. Onca eziyetle ve ailemden utana sıkıla aldığım destekle bir şekilde burada yaşamaya ve "eğitim projesiyle ilgilenmeye" devam ettim ve proje sona yaklaşınca benim de sonum yaklaşmış oldu ve o işi bırakmak zorunda kaldım.

Aslında çok daha farklı bir durum var da, anlatmayayım keyfiniz iyice kaçmasın.

Uzun etmeyeyim de şunu söyleyeyim...

İyi ki araştırma görevlisi olmamışım...

Ve iyi ki yüksek lisans yapmışım. Her ne kadar önümüzdeki ayın 11'ine yetiştirmeyecek de olsam, bence benim öz gelişimim için daha faydalı bir şey olamazdı diye düşünüyorum.

Peki ne zaman anladım bunu sizce?

Tez yazarken ve o araştırma görevliliği sınavına girdiğimde...

Öncelikle başladığım bir şeyi yarım bırakmayı sevmem hatta inatla tamamlamak isterim. Bu seferki tam tersine. Açıkçası tamamlamak istemiyorum. Çünkü, evet çok güzel bir simülasyon yazdım. Evet, devamı gelecek diye umut ediyordum ve hatta getirdim de, biliyorsunuz. Evet, uluslar arası kongrelerde sunum"lar" da yaptım. Ve evet bilgiye çok kısa zamanda istediğim yerden ulaşabiliyorum...

AMAA....

Hocam, eğitim bir sektör oldu ve artık bu sektör para kazandırmıyor ne yazık ki. Bırakın para kazandırmayı, kenara koymayı, ay sonundan korkuyor insan. Ne öğretmenlik yapmak istiyorum, ne de eğitim sektörünün herhangi bir yerinde olmak.

Ne ülkeyi kurtarmak ne de artık taşın altına elimi sokmak...

Ego tatmini ne yazık ki karın doyurmuyor.

Neyse, tüm bunlar bir yana, sanırım akademisyenlik bana göre değil. Bana karanlık ve kasvetli geliyor.

Dolayısıyla bana kattığınız ve kazandırdığınız her şey için size minnettarım.

İstanbul'a yolunuz düşerse lütfen bekliyorum, sizi misafir edip güzel bir yemeğe bekliyorum.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Garanti ve Muhteşem Güvenliği !!!

Şu bankacılığın abuk sabuk terimleri yetmezmiş gibi bir de kendilerine çok yaratıcı kılıf tadında isimler bulmaları beni öldürüyor. Elma hesabı, çatı hesabı, mavi alan, mevzuat, mevduat bilmemne... Ne zaman müşteri hizmetleri arasam embesil gibi hissediyorum. Bankacılık okusan bile yok yani, resmen genel kültür bilgisi eksikliği hisseder gibi oluyorum bunları duyunca. Mesela, süper güvenlikli bir banka olan Garanti Bankasının Elma hesabı.... Bakiyeniz şu kadar, çekebileceğiniz miktar bambaşka tutar. Şimdi insan korkuyo ulan ya bu parayı çekersem krediyse bide üzerine faiz binerse vs vs vs... Ama elma hesabında öyle değilmiş, burnumdan kan gelene kadar araştırdım öğrendim.  Tabi ki ilk olarak Alo Garanti Kahretme Hattını aradım. Ama 40 dereden gelen suya dayanamayıp alternatif yolları denedim.  Google, arkadaş, bankanın salak ve dolambaçlı web sitesini araştırdım ve bilgiye bir şekilde ulaştım. Şöyleymiş.. Belirli bir mebla (bankacı dilinde miktar) üzerinde para olunca hesabınızda, banka bununla hemen b tipi olduğunu tahmin ettiğim fon alarak size kazandırıyormuş. Tabi B tipi fonun ömür billah bankada beklemesi gerekir ki kazandırsın. (Baya bişey öğrenmişim galiba)...

Neyse, yine bir gün ay sonu hesapları yapılırkene bir arkadaşım,
Ben hep Garanti Bankası'ndaki bilmemne hesabından kredi çekiyorum önümüzdeki ay ödüyorum. Çok iyi bak sen de dene bence 
dedi. Ben de kredi bilmemne sevmediğim için dedim bi sorayım bakayım benim kartıma öyle bişey bağlı mı.

444 0 333

(13:52)-Alo Garanti'ye hoş geldiniz. Press 9 for English. ...
(13:53)- Sizi ana menüye yönlendiriyorum.  Alo Garanti'ye hoş geldiniz. Press 9 for English. ...
...
...
(13:58)- Sizi ana menüye yönlendiriyorum.  Alo Garanti'ye hoş geldiniz. Press 9 for English. ...

Derken çat hat kesilir. E tabi bilgi alınamadı tekrar bağlanılır.

(13:59) - Alo Garanti'ye hoş geldiniz. Press 9 for English. Kayıp çalıntı kart... (çakalım ya dedim kesin burdan bir insan çıkar da derdimi anlatırım)
1'e basılır ve çıkan kadın'a dert anlatılır.
-Merhaba benim kartım falan çalınmadı ama ben bir derdimi anlatmak ve bilgi almak istiyorum sadece. Yardımcı olabilir misiniz ?
-Bu menüden sadece kayıp ve çalıntı bildirimlerini yapabilirsiniz.
-Sadece basit bişey sorucam ama ...
-...
-Olmadı yani, neyse teşekkürler...
(14:04) -  Alo Garanti'ye hoş geldiniz. Press 9 for English. Kayıp çalıntı kart...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Asla Yanlış Anlamayın! Gitmeyin Demiyorum...

Giriş :
Size sadece beklentilerimi ve karşılanma durumlarını anlatacağım. Yani, git ya da gitme şeklinde hiçbir yorumda ya da yönlendirmede bulunmayacağım. 
Kurumdan herhangi biri olur da "okursa" başıma ekşimesin.
Bu duruma rağmen de yazıdan dolayı şikayetçi oluyorsa otursun kendisini sorgulasın.

Ben müşteriyim ve hizmet almak için emsallerine göre daha fazla üyelik ücreti ödüyorum. Dolayısıyla kendi açımdan bakıp eleştirmek benim en doğal hakkım. Yani belki kendilerini geliştirirler... Yersen.. :D

Giriş ile Gelişme Arası Durum :

3 ay kadar önce bir arkadaşımın "sıtma göbeğini içine çekme" demesinden sonra içime oturdu ve ev arkadaşımla birlikte dedik ki ;

Olm bu yaşta bu şekil olmaz. Bari yaza kadar biraz efor sarfedelim de bişeye benzeyelim. 
E tabi bunun için de spora fitnessa falan gitmek gerekiyordu. Ancak işimiz oldukça yoğundu. Zira, eve bile uyumaktan uyumaya gider olmuştuk.ç

Ama kararlıydık. 

Azıcık araştırdıktan sonra NOA GYM adlı bu gün üyeliğinin son günü olan spor salonunu bulduk ve bana "sıtma göbeğin var" diyen arkadaşımın tavsiyelerini dinlemeyip sırf yakın diye emsallerinin aylık bedelinin yaklaşık iki katı kadar ücret ödeyerek üyeliğimizi başlattık. 

Burasının çok üyesi yoktu. Ya da bizimle aynı saatlere denk gelmiyorlardı. Dolayısıyla eğitici kadrosundan yararlanma oranımız daha da artacak diye düşünmüştük..

YANILMIŞIZ :(

Üyeliğin ilk gününde bir omzumun diğerinden birkaç milimetre daha aşağıda olduğunu öğrendim. (Daha çok sağ elimi kulanmamla (sağlak olmamla) ilgili olabilir miydi acaba?

Üyelik yapılırken anlatılan testler 4. gelişimde yapılmıştı. O da benim çirkefleşebilme potansiyelimi gösterdikten sonra oldu. Lütfen testlerim yapıldı. E yağım tuzum iyiymiş, ama şekil vermem gerekiyormuş.

Başlangıç programı uygulayacağız dendi. Okey dedik. Çünkü o hoca idi ve ona güveniyorduk. 45 gün sonra esas programa geçilecekti.

Bakkal listesi hazırlarcasına bir program şipşak hazırlandı. Gelenlere verilen standart programmış. Diğer yerlerde de arkadaşlarımdan duyduğuma göre aynı şekilde hazırlanıyormuş.

Neyse dedik devam ettik.

Sıra geldi hareketlerin gösterilmesine..

Bu böylei Hop öbür alete...

Bu da şöyle.. hoooop öbür makinaya

Bunu da şöyle tutuver çekiver..

Dambılı kaldır indir. Heeh tamam şimdi bu hareket....

İyi de ben bazen arkadaşlarımın bile isimlerini karıştırıyorum. Bu komplex hareketleri mi kafamda tutucam.. 

Dedim, ben çabuk unuturum. Birkaç kez gösterirsiniz umuyorum diye... " Ay tabi canım" dedi bayan eğitmen.

Ama tabi artık bir kere ayna kırıldı. Kendi yansımanızı görebilirsiniz ama asla eski görüntüyü elde edemezsiniz. 

Başka bir hocanın kontrolü altında spora devam etmek istediğimi belirttim. Tamam dediler. 

Meğer sadece adımı ezberlemesiymiş eğitmenin benimle ilgilenmesi kavramı. Ooo naber, muhabbet bilmemne gırla. Habire konuşalım..

Ama ben sohbete gelmedim. Spor yapıcam. 

Şevkim var. Heyecanım var.. Sıtmalı bir etopyalının göbeği var. Gitmeli... Muhabbetle gideydi Kate Moss gibin olurdum...

Diğer arkadaşım bana baktıkça -zihni daha kuvvetli olduğundan ve eğitmeni de başka olduğundan diye tahmin ediyorum- 
 olm öyle miydi o?
 Bilmiyorum ben de bana öyle değil böyle gösterdiler...
Hımm dur en iyisi bir bilene danışalım...
Eğitmen arkadaşın yanına gidip bişey sorucam dediğimizde yüzünü bize çevirmeden eliyle, bir öğrencinin derste söz istemesi gibi, bir dakika hareketi yaptı ve bekledik. 

Aldığımız cevap çok acıydı..

Şu an özel dersteyim. Sonra. 

Ders bitti sorduk.

İlgilenmemi istiyorsanız özel ders alın abi hehehe  diyerek gönlümüzde taht kurdu..

Ne yani ? Şimdi biz neyin parasını ödedik buraya? Ben ve arkadaşım 3 aylık ödediğimiz para ile eve bir station alıp kullanabilirdik. Ama bi yerimiz sakatlanız, takibi olmaz diye dedik spor salonuna gidelim...

Özel ders alacakmışız. BREH!

Tabi ki ben demiyorum etrafımızda pervane olsunlar. Bu zaten bencillik olur. Ama arkadaşım bu kadar da aleni ve lönk diye olmaz. 

Yine sineye çektik. (İçimizdeki Küçük Emrah çok fenaa) Salon aktivitelerine asıldık biz de. Yoga, Pilates, Spinning, Crunch.... Ama yine de keyfimiz kaçtı bir kere...

Sonra bir gün, FitVibe denen o titreşimli alet ile çalışmak istediğimi söyledim. Çünkü internette ve dergilerde okuğum makalelere göre epey enteresan ve kas gelişiminde etkili bir aygıttı...

Yine ne dendi bilin bakalımm.

ÖZEL DERS ALMALISIN!!!

Haydaaa.. E ama biz kayıt olurken sadece o hardcore pilatesin, masajların ve kung-fu modeli o dersin dahil olmadığını söylemiştiniz..

Yok canım, ama istersen bir hareket gösterebilirim..

Allah razı olsun, gerek yok...

Acaba WC, duş falan da dahil miydi üyeliğimize?

Her şeye rağmen 2 ay geçmiş gitmişti bile, artık yeni programa geçmeliydik. Yaz git gide yaklaşıyor, zaman daralıyordu. Göğüsler öne fırlamalıydı.. Ama sadeece sıtmamın şiddeti azalmıştı. 

Yalvar yakar, program yaptırdım... O da tabi bakkaldan alınacaklar modunda, sormadan, konuşmadan yapılmıştı bile. 

Ama hareketlerin hangi kası çalıştıracağı, nasıl yapılacağı yok tabi. Şu şöyle, bu bilmemne. 1 dakika bile sürmedi 12 hareket! Artık var da sen hespla hızı. Bu arada salondada kimsecikler yok. Hani diğerleriyle ilgilenmeli, bilmem ne dersin ama yok öyle bişey...

Bu arada salon dersleri nedense bir türlü artık eskisi gibi takvimine uymuyordu. Telefonuma ilmek ilmek işledim salon derslerinin saatlerini, ancak ben  gittiğimde çoktan başlamış oluyordu. E ama 15 dakikası var dediğimde de "Saati değişti, öne alındı... Aaaa senin haberin yok mu? Mail attık herkese ya?" dendi. 

Eee bana mail falan gelmedi. Hem mail adresim sizde, hem de facebook hesabımın adı soyadı... Hayrola? 

Aaa o kadar indirimler oldu masajlarda, özel pilates derslerinde... Etkinlikler yaptık falan... Hiç biri gelmedi mi ?

Anlatma bari istersen... 

Neyse bundan sonra yollarız... 

Yollamayın, üyelik bitti... İsabet de oldu gerçi, zaman kaybediyorum burda. Hem de keyfim kaçıyor. 

ŞOK! Nasıl yani ?

Arkadaşım, ne mail var ne bişey. Dedim ve tüm size anlattığım gibi ona da  anlattım.

Bana telafi edeceğini söyledi. Ama bunları ona üyeliğimi uzatsın diye söylemedim. Zira gitmeyi de düşünmüyorum uzatsa bile. Değişen ne olacak ?

SONUÇ:

Ben müşteriyim ve verdiğim paranın karşılığının en iyisini almaya çalışıyorum. Ağaçtan toplasam parayı, al derim umrumda değil... Aslında para da sorun değil. Ben spor salonunda stres olup gerileceksem ne anlamı var gelmenin? 

Yetiştirilen hocaların da kaçması benim değil senin sorunun sevgili işletmeci. Tamam çok şeker bi insansın, güler yüz falan ama yani yetmiyor ne yazık ki. Ve bu başarısızlığının ceremesini ben çekmek istemiyorum. Ama çektik işte...

Ayrıca, işimden dolayı sana müşteri yollayabileceğimi biliyorken nasıl oluyor da "kaz gelecek yerden tavuk esirgiyorsun" anlamadım. Şimdi, müşterilerimizden hiçbirini size yönlendirmeyeceğim gibi, acı tecrübelerimi de sanal ortamda okuyucularımla paylaşıyorum. 

Ne ekersen onu biçersin. 

Üzgünüm. Kızgınım da. 

4 Mayıs 2011 Çarşamba

İnternetimiz İslami Usüllere Göre Kesilmektedir...

"Hastalanınca sağlığının kıymetini anlamak gibi bişey değil bu... Evet hastalanırsın, çakarsın ilacı geçer. Ama kaybolan değerler öyle değil..." dediğimde bir arkadaşıma sivri zekasıyla cevap verdi...
Gerçekten saçmaladın Oyhyeah!, yani kaybolan değerlerimiz porno siteler mi... Çok sığsın..
Hiiç şaşırmadım. Alıştım çünkü... 

Ne olacağını size söyleyeyim... 

Yine facebooklarda gruplar kurulur, Taksim'de yürünür, coplar, biber gazları havalarda uçuşur, haber bültenlerine yüksek reytingler sağlanır ama analytics.google.com adresine girerken, içinde "anal" geçtiği için tokat gibi bir ifadeyle karşılaşırsınız.... 

Sonra K-tunnel ya da Virtual Networking zımbırtılarıyla ulaşıp verilerinizi kontrol edersiniz ama o da ne!!! 
Blogunuza kimse girememiş... 
Neden? 
Çünkü içinde "sik" geçiyor. Oysa blogunuzun adı "tumlesikegitim.blogspot.com'dur. "
Eğitimle ilgilidir. Ama zaten bu yönüyle de engellenmelidir. Hatta bu daha ağır bir neden, daha ağır bir suçtur.
Esas komedi, bunları "özgürlük ve kardeşlik ve adaletin" timsali olduğunu söyleyenlerin yapması..

Bu ne perhiz, ne lahana turşusu...

Artık girip çıktığımız sitelere TC kimlik no'su bırakıcaz gibime geliyor.


Ama esas korkulması gereken şu...


Her şeye  o kadar delicesine alıştık ki... Ne insan hakları umrumuzda, ne de başka bir şey.. 

Alışkanlık kötü... 

Tepkisizliği getiriyor..

Tepkisizlikse en korkulması gereken ve en hızlı bok çukuruna sürükleyen durum...

Ama kime ne anlayoruz değil mi :) 

30 Nisan 2011 Cumartesi

Akademi mi ? Geçiceksin...

Yüksel lisans yapıp eğitimde çığır açmayı planlamıştım. Oysa ne de hevesliydim. Ta ki tez yazma tırıvısına kadar...

Tüm çalışmaları yaptım.

Simülasyon oluşturdum... Hatta kendi kendime "ActionScript 3.0" öğrendim evde ve hakikaten dişe dokunur bi simülasyon oluşturdum.

Makalesini yazdım yayınlandı.. Hem de uluslararası yani...

Hani şu "Ayy valla bi kabul etseler yav şu uluslararası makalemi de doktorayı bitirebilsem" diye ağlayan akademisyenlerin isteyip de yapamadığı şey...

Yaptım...

Övgüler aldım... Uluslararası kongrelerde sundum... Hatta vıyır vıyır konuşan uzak doğulu bir akademisyenden "gel seni götüreyim, bizim üniversitemizde kaynak ayıralım" teklifini bile aldım. Ama gitmedim. Yine de vatanım dedim. Öünkü Nihat Doğan'ın yüzünü kara çıkaramazdım. (Ya da börtü böcek yiyerek  nereye kadar diye de düşünmüş olabilirim.)

Pilot uygulamalar, okullarla anlaşmalar, akıllı tahta, bilgisayar sınıfları, öğrenciler,öğretmenlere eğitimler, ses kaydı, video kaydı, yazılı gözlem..

Veriler toplandı, incelendi, hesaplamalar yapıldı, grafikleri çıkarıldı, yorumlandı, onaylar alındı...

Tanrım! Daha neler neler!

Sonunda geldi tez yazmaya...

Derken Istanbul'a yine bu eğitim simülasyonlarıyla ilgili bir projeyi bahane ederek yerleştim ve Istanbul'da çalışmaya başladım.

Çok az bir maaşla geçindim ettim vs.. (Tabi eğlencemden de geri kalmadım yani.. Lütfen.!!)

Bu sırada çok sevgili tez danışmanım ile arada sırada ne nasıl olur tarzında görüşmelere devam ediyordum. Mesela, 4 ayda 2 kez mail ve 3-4 kez de telefon görüşmesi gibi.

Ancak git gide zaman daralıyordu ve benim artık tezimi oluşturmam gerekiyordu.

Birşeyler oluşturdum da...

Ama beğenmedi.

Niye?

Çok az alıntı yapmışım.....

E normal olması gereken de bu değil mi ?

Bilgisayarlı eğitim yeni trend ve klasik yöntemlerden daha etkili. LAboratuvarda bile gözlemleyemediğin değişikliklikleri ve olayları simülasyonlar sayesinde gözlemleyebiliyorsun..

Şimdi bunu pekiştirmek için bin tane kaynaktan faydalanmaya ne gerek var?

Ha Hasan kel, ha kel Hasan...

Uslubum yanlışmış...

Sanarsın "Abi biz bi deney yaptık, sıpalar bu aralar delirmiş gibi pc kullanıyolar, işte biz de bunu görüp dedik ki, madem bunlar tüm gün bokunu çıkarana kadar bilgisayar başındalar, biz de ver ettik simülasyonu. Enayiler hem oynasınlar hem de farkında olmadan bi iki bişey öğrenirler." yazdım...

Neyse, istediği gibi yaptık.

Çok kısa dedi..

Dedim hocam yazıcak bişey yok. Bunlar bulgular, kastım kendimi 1 sayfa yaptım, bunlar şunlar vs vs vs...

Az alıntı yapmışım..

Tamam dedik.

Aldım makalelerden çatır çatır kopyaladım Türkçe'ye çevirdim, yapıştırdım. Çevrilmiş olanları da aynen yapıştırdım...

Beğendi.

İnanbiliyor musunuz!!! Benim tezimi ben başkalarının cümleleriyle ifade ettiğim zaman onaylandım!

Şaka değildi bu.

Kime sorsam, "evet heralde, ordan burdan kopyalayacaksın işte" dedi...

HÖST ARTIK!

Ulan madem öyleydi de ben neden o kadar uğraştım? Deli mi .ikti beni. Benim çalışmam budur. Yersen..

Deme şansım olmadığından tezimi yazmıyorum.

Bir nevi reddettim.

Şu an için umrumda değil yüksek lisans da tez de... İyi ki akademisyen olmamışım. Yoksa hayatım içinden çıkılmaz ve sıkıcı bir hal alacaktı diye düşünüyorum şimdi. Hele bir de şu haberi görünce iyice içim rahatladı.


TV8 Ana Haber’in iddiasına göre Demir’in profesörlüğü için 28 Aralık 1994 tarihinde İTÜ Makine Fakültesi Tekstil Mühendisliği Bölümü Tekstil Bilimleri Ana Bilim Dalı’ndaki 5 akademisyenden 4’ü olumsuz görüş bildirdi. Bir raportör şöyle dedi: “Doç. Dr. Ali Demir’in talip olduğu Tekstil Bilimleri Ana Bilim Dalı’nın gerektirdiği ve bu alanda teknisyen seviyesinde çalışanların dahi bilmesi gereken temel bilgileri edinmediği, yayınlarının incelenmesinden ve bilhassa 40’ncı yayınından anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu kadroyla ilgili profesörlüğe yükseltilmesi ve tayini hiç uygun değildir.” Bir akademisyenin raporu da şöyle: “Yayınların içeriği incelendiğinde Doç. Dr. Ali Demir’in doktorasından sonra temel bilgi edinme gayreti içinde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü yayınlarının teker teker değerlendirildiği paragraflar dikkatle okunduğunda sürekli olarak kendi kendini tekrarladığı hemen görülür. 10 bölümlük doktorasını yaklaşık 34 yayın haline getirmiştir.” Üniversite yönetiminin, bu olumsuz görüşlere rağmen Ali Demir’i profesörlüğe yükseltip boş bulunan kadroya atamasını yaptığı belirtildi.

12 yılda profesör oldu

Prof. Demir, makine mühendisi. Yüksek lisans çalışması ve Londra’da Loughborough Üniversitesi’nden aldığı doktorası makine mühendisliği üzerine. Doktor unvanını Aralık 1987’de aldı. Nisan 1988’de Tekstil Teknolojisi Ana Bilim Dalı’nda doçent oldu. Demir, akademik yolculuğunun 12’nci yılında profesör oldu.



CANIMSIN!

27 Şubat 2011 Pazar

Yabancı Bir Dilde Önce Küfür Öğrenmenin Önemi!

Yabancı bir dil öğrenmeye çalışanlara hep derler ya hani, "Hehehehe önce küfürleri öğrenmiş hıyara bak" diye.. Aslında çok önemli bi durum. Neden mi ? Anlatayım...

İş değiştirdiğimi yakın arkadaşlarım ve sosyal mecradaki arkadaşlarım bilirler. Tahsilimle hiç alakası olmayan bir işteyim ama severek yapıyorum ve en azından işe gitmeyi falan istiyorum (Evet, ne var? ). 

İngilizceyi etkin bir şekilde kullanabilmemden dolayı hiçbir şekilde iletişim sorunu yaşamıyorum. (Uzak doğulu insanlarla İngilizce konuştuğum zamanlar dışında...) "E madem İngilizcen bu kadar iyi, git bir dil daha öğren" dedim kendime. Sonra da "gitme boşver, oturduğun yerden de öğrenebilirsin, aslansın kaplansın" diye kendime gaz verdim. Hem zaman hem de ekonomi açısından büyük avantajlı olacaktı. Neyse, kendi gazıma gelip "İspanyolca" öğrenmeye karar verdim. Evveldir zaten merak ediyordum. Tınısı falan hoşuma gidiyordu. Bir iki tane de İspanyol ile tanışınca "tamam, artık öğreniyorsun, ona göre" deyip gerekli torrent dosyaları indirildi ve öğrenmeye başlandı.
La pera, 
un, 
dos, 
tres, 
quatro bilmemne... 
Tamamen temel bilgileri almaya başlamıştı aç beynim. Ama dediğim gibi, önce küfürleri öğrenmek gerekiyormuş meğer....

Bir gün, arkadaşım ve ben, her gün mütemadiyen gördüğümüz bu İspanyol kişiyle İngilizce muhabbet ediyor, İspanyolca ile ilgili bazı küçük sorular soruyorduk... Sıcak kanlı ve cana yakın bu kişilik de Türkçe öğrenmek istediğini falan söylüyordu. Mr. Jodar (yazılışı bu şekil )  olarak  hitap ettiğimiz kişi ben ona hitap ettikçe bir hafif sırıtıyor, ama tepki vermiyordu. Neyse gel zaman git zaman, ispanyolca bilen bir arkadaşımla konuşurken 

-İşte bizim bi tanıdığımz var Mistır Hoder, onla konuşmaya çalılşıyorum ben de.
-Adı ne dedin ?
-Hoder (Aklım sıra ispanyolca okuyorum)
-Emin misin?
-Heralde canım, Jodar diye yazılıyor.
-Hahahaha Hodar diye okunur o bu arada..
-İyi be o kadar da gülme yeni başladık öğrenmeye. Alla allaaa...
-Hoder ne demek bilmiyorsun demi. Hahaha ona gülüyorum...
-Ne demek yaw? O kadar farkeder mi ?
-Deli misin fark eder tabi
-Telaffuz farkı değil mi sadece...
-Yok yok anlamı da acayip değişiyor :)
-Neymiş peki ?
-.......
-Oyyyyyyyyyyy :S Hoder diyorum o zaman bu duruma been!

Kelimeyi google da arattıktan sonra şununla karşılaştım:
İspanyolcada her saniye, her yaştan, her cinsiyetten insanın ağzından, her köşe başında, her türlü mekanda, herhangi bir konu üzerine duyabileceğiniz, artık sıradanlaşmış bir hal almış "sikmek" fiili.

kısaltılmış olarak da kullanılabilir. (bkz: jo)
(luin 41, 29.12.2008 16:02 ~ 25.03.2009 09:38)
Bu yüzden, önce küfürleri öğrenin, sonra da kalan kısmı. En önemlisi o bence!

Adama Mister mister diyip arkasından neler demişim :)

Durumu anlattım da kendisi de güldü ve Sıkılmış portakal suyu ile ilgili hikayesini anlattı. 

Arkadaşı ona sms atmış ve ingilizce karakter kullanmış. 

"Bufeden taze sikilmis portakal suyu al" diye. 

Dediğim gibi, önce küfürleri öğrenin :)

20 Ocak 2011 Perşembe

Case Study : Sibel Gaga

Aslında bu klip 2008'de çekilmiş de, bizim Sibel Can da sevgili Gaga'nın setinde imiş...  O zamanlar Jimmy Jib operatörlüğü ile, sıkıldığı müzik kariyerine ara veren Can, Gaga'nın klibinde bu kola kutusu bigudileri görünce birden müzik kariyerine tekrar başlamaya karar vermiş ve klibinde bu bigudileri kullanmak için can atmış. Hatta, bir süre de çöp konteynerlerindan saçına uygun ve güzelliğini yansıtacak kola ve bira kutuları aramış. Şarkının aslı da "Konteynere Girdik" imiş ama aranjör uygun görmemiş ve "Çantada Keklik" olarak değiştirilmiş. 



Durumun vehametini çözmekte zorlanan Lady Gaga, dava açmaya hazırlanmaktaymış. Sonuç odaklı bakılınca fikir Lady Gaga ve ekibinden çıkmıştı ve Sibel Can da onu taklit etmişti. Bu tartışmaların ortasına ünlü Bulgar şarkıcı Azis'in (Vasil Troyanov Boyanov)  bomba gibi düşen iddaları da san-at camiasını orta yerinden çatırdattı.  Bulgar Çalga müziği sanatçısı olan Azis, "Kadınların da erkek kıyafetleri giyerek klip çekmeleri akımını ben başlattım, Sibel hanım da aynı klipte beni taklit etti" diyerek Can'ın zaten sıkıntılı olan günlerine biraz daha sıkıntı ekledi. 

Lady Gaga'ya "klibi 2008'de çekmenize rağmen bu kadar süre bekletmenin altında yatan nedir" diye sorduğumuzda şu cevabı verdi ;
İnsanlar henüz kola kutularıma ve çıldırıklıklarıma hazır değildi... Bu yüzden, "Topman modeli" kılıklı erkek(si)lerin topluma daha fazla karışmalarını bekledim. Bu şekilde ucube gibi görünen tek kişi ben olmayacaktım. Ancak gördüğüm kadarıyla sayın Can tüm planlarımı alt üst etti. Çok büyük bir tazminat davası açmayı planlıyorum.
Tüm yapılan bu yorumların üzerine en şok edici açıklama da ismini vermek istemeyen bir vatandaşımızdan geldi...
İşte açıklıyorum.. ikisi de benden çaldı ama bugüne kadar sustum... 

Bakalım bu çalkalantı nasıl sonuçlanacak! 
Türk gencinin yapmış olduğu bu açıklamadan sonra yüzü kızaran Lady Gaga nasıl açıklamalarda bulunacak?


Entrikalarla dolu gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz. Bizi izleyiniz!

15 Ocak 2011 Cumartesi

Komsumuz McMiller ve Guliver!

Siradan bir aile ziyareti degildi bu seferki. Belirli bir amaç uğruna ailemin yanina 1001 katakulli yaparak gitmiş ve olacaklardan tamamen habersizdim...

Sıradan bir akşamdı. Yemeğimizi yemiş, klasik bir Türk ailesi gibi viskilerimizi yudumluyorduk...

Yerseniz...

Neyse, sokakta cıvıldaşan neşeli cocukların artık tek tek eve gitme vakitleri gelmiş, anneler ortalama 7-8 yıl önce doğurganlıklarının kaçınılabilir ürünleri olan çocuklarını birer ikişer sokaktan toplamaya başlamışlardı. Kimisi camdan çocuğunun adını haykıriyor, kimisi bizzat kolundan tutup sürüklüyordu. Karşı apartmandaki kırsal kökenli teyze ise oncelikle haykırıyor, yetmediğini gördüğü zaman elçisini yollayip sokaktan toplatıyordu... Ama bu güne kadar bu işlemleri hep parka daha yakin olan cephedeki pencereden gerçeklestirdiğinden kime ne diye haykırıyor anlamiyorduk. Bu gün artik anlayacakmışım demek ki... Bir anda bir ses!

MakMilıırrr (McMiller diye yaziliyor)! Kıızzz nerdesin! Ayy körolası gene yok ortalikta! MakMilııırrrr! Kiz Gülüver! Git bul şunu!

Duruma en az benim kadar yabancı olan bir aile üyesinin "Mc Miller mi diyo?" sorusundan sonra cumbur cemaat kahkahaya bogulduktu... Elimizden viski kadehlerini dusurmemek icin zor tuttuk kendimizi. Zira viski pahaliydi ve biz de klasik bir Türk ailesiydik...

Trivia Quest!
Bilin bakalim aslinda kırsal yöreli teyzenin kızlarinin gerçek adları ne... Annem gerçek adlarını sõylediğinde artik daha feci gülüyorduk biz... hahahahah

Henüz diğer blogger arkadaşlar gibi hedaye dağıtamıyorum ama belki Miller duyar da ben de size ödül olarak bira veririm, tıksırana kadar içersiniz...

Hadi bakalım, cevapları yorum olarank bekliyooooreee!
Published with Blogger-droid v1.6.5

5 Ocak 2011 Çarşamba

Demet Akalın Ft. Fatman Scoop! Ve Silahli Adamlar!

First Class Baby!
One
Two
Three
Four...

Bir sabah ofise gelmek için taksiye bindim ve genç şöförden radyoyu açmasını istedim... "İstediğiniz özel bir istasyon var mı" sorusuna  "fark etmez bir şey çalsın işte" dedim... İyi de etmişim, yazacak konu çıktı, bilgilendim...

Açtığı ilk istasyonda çalan şarkı sanki iki radyo istasyonunun frekansları çok yakınmış da şarkılar  birbirlerine karışıyormuş gibiydi... Demet Akalın ve Fatman Scoop'un şarkılarını aynı anda dinliyormuşum gibi hissettim... Şöföre "frekanslar karışıyor galiba" deyince, aldığım alaylı  "yok yaa Demet Akalın featuring Fatman Scoop" cevabından ötürü, uykudan uyanamamış kısmi felç olan beynim çalışmaya başladı. "Taksiciye gel" dedim içimden... Yok artık  yaa deyince adamla bir muhabbet bir geyikler ki sorma gitsin :) Neyse, o şarkı çaldıkça kıs kıs gülüyor, ben şoklara girip girip çıkıyorum... Ama olamaz şaka gibi, ne alaka diyerek ofise vardık...



Ben hiç bir şey anlamadım yemin ederim... Fatman Scoop bu kadar irrite edici olamazdı... Tamam, bazı şarkılarda hakkaten kötü oluyor. Arkadan bağıran yırtık sesli bir adam... Bir de önde bağıran yırtık sesli bir kadınla bir araya gelmesine ne gerek vardı ?
 

Hele o klibe ne demeli? Ne alaka? Niye kavga ediyorlar orda? O silahlı adamlar nerden çıktı? Kimi vuracaklar? Üzerindeki kürk kadar sık sakalları olan adam niye bu kadar sinirli? 



Okey, her klip bir şey anlatmak zorunda değil. Ama böyle arada kalmış, anlatmakla anlatmamak arasında gidip gelmiş saçma bir klip de yok hani... 

Şarkının alt yapı zaten "ESİNLENME"... Azcık club kültürünüz varsa hemen çıkartırsınız zaten...

Yil-basima gelenler

2010 hakikatten benim yilimdi diyebiliriz. (son birkac ayı saymazsak tabi) ama kapanis guzel olmadi. Uzun etmeyelim, basima neler geldi yzayim...

LASTİK PATLAMASI : Hemen eve gidip dinleneyim, enerji toplayayim diye taksiye bindim. BJK tikalidir abi diyen taksiciye uydum ve Teşvikiye'den gitmeye karar verdim... Aptal ben, City's otoparkinin onunden gececegimizi hesaplayamadigimdan yuruyerek kaybedecegim zamani coktan kaybetmistim. Sizlanmalarima dayamamayan taksici lastiklerini feda edip kapanin uzerinden gecmeye calisti ve supriiiz :) Artik lastigi patlamis bir taksinin icindeydim... Taksiciye şoklar içerisinde bakakaldım.. Aptallık resmen! Parasini verip ineyim demistim, sonucta yilbasi arifesiydi ve tamamen şöförün salaklığıydı... ancak sofor "abi senin yüzünden bu yola girdim, bari lastigin parasini ver" tribini tamamen yoksaymami sindirememiş olsa gerek ki beddua etti sanirim. Senin de biseyin patlasin dediğini duyar gibi oldum... Neyse, artik inmistim taksiden ve GPS sinyalini bekliyordum. En kestirme yoldan eve ulasayim diye aval aval sinyal beklerken bir piyango bileti aldim... O sırada sinyali yakalamıştım ve sevinçle eve dogru yuruyordum.. O sırada yeni tanıştığım bir arkadaşım aradı ve;

-Akşam napıyorsun?
-SPICAA diye bir yere gidicem, ortak bir arkadaşımız sahneye çıkacak..
-Aaa hadi ya, yer var mı, ben de geleyim madem birlikte gideriz...
-Olur tabi süper olur... Bana 3 kişilik yer ayırtmıştı, yer sorun değil...
-O zaman ben bi arkadaşımı daha getireyim 3 kişi oluruz.. 
-Okey, BJK otobüs duraklarından arabayla al beni.
-Tamam, görüşürüz...

Yani göreceğiniz gibi bana katılmak tamamen arkadaşımın fikriydi..

Yaşasın çöpe atılmamış miller
tenekesi :D
SU DAMLASI BİRİKTİRİCİ 2010bttm: Kendime hafif bir icki hazirladim ve yatagima öylece uzandım, hem dinleniyor hem muzik dinliyordum... Bu gece uzun zaman önce planlanmıştı ve hiçbir şey beni durduramazdi... Evden cikma saati gelmek üzereyken hazirlanmam gerektigini fark ettim ve kendimi dosdogru dusa attim... O sırada müzik sesinde sanki bir hışırtı var gibiydi... Suyu kapatip sesi dinledim... Evet hisirti vardi... Ama hisirti zamanla şırıltıya dönüştü... Birden banyo kapısının altindan su gelmeye basladi... Evet, koridordan gecen boru catlamis, suyu kapatinca borudaki basınç arttığından bir fıskiye edasıyla tavana kadar fiskiriyordu... Aman tanrimdi... Az daha o "kılıksızlıkla" yaldır yaldır apartmana firlayacaktim, ancak son anda bornozu akil edip suyu kapatmak icin apartmana firladim... Koridor, bir kuğunun rahatlıkla yaşayabileceği bir gölet olmuştu resmen... Döşemeye basınca halen VIRŞK  yapıyor... Neyse, koridordaki suyu çekpas ve vileda yardimi ile defettikten sonra muhteşem yontemlerimle geceyi gecistirecek bir icat geliştirdim. Bira kutusu kullanarak su damlasi biriktirici 2010bttm.. Havlular bilmemneler ve düzenek hazırlandı... Giyindim ve ciktim... Gec kalmistimdi ama olsundu.... Çunku programa gidecektim ve Akaretler ile Ortaköy cok yakindi... Arkadaşım gelmiş, beni bekliyordu. Fırladım evden...

Buzun altına doğru dikkatli
 bakılsın lütfen.. 
TATLIM BANA YARDIM EDER MISIN : Sarisin orta yaşlı güzelce bir kadın, tüm Akaretler trafiğini tek başına tıkamayı başarmış, park etmeye çalışıyor, fakat bir türlü beceremiyordu. Yolun başından görebiliyordum. Yanından onlarca erkek geçmesine rağmen, herhalde tiplerini beğenmedi ki, ben geçerken "ayy tatlım bana yardım eder misin, park edemiyoruum" dedi. E ayı değiliz, ettik... Hatta indi arabadan, ben hemencik park ediverdim. Bu akşam napıyorsun ? Var mı bir planın? Biz evde toplanıcaz gelsene... Yıldırımlar çaktı... Boynundaki o şişliği farketmemiştim... Adem elması! Sadece erkeklerde olur!  Bu kadar aşırı giyim ve aşırı makyajın nedenini şimdi anlamıştım... Nasıl indim nasıl kapıyı kapattım ve teşekkür ettim bilmiyorum ama hepsi 1ms içinde gerçekleşti sanırım... Yine arkadaşıma doğru yollardaydım, 2 dakika sonra arabadaydık artık...

BEŞİKTAŞ - ORTAKÖY ARASI : Ortaköy SPICAA denen "harikulade" yere doğru yola çıkmıştık. Sahne alan arkadaşımla çok samimi olduğumuzdan, rezervasyon yaptırmadan 2 arkadaşımı da getirebilecektim. Yani sanatçı kadrosundan faydalanarak eğlenecektik... Neyse, artık arabadaydık. Ama Çırağan caddesi trafiğini az buçuk kestirebildiğimiz için bir çakallık yapalım ve yukarıdan dolaşalım dedik.  İyi de demişiz, zira yollar felçti.. Tam 1 saattir yoldaydık ve ortadan girmemize rağmen halen ulaşamamıştık. Neyse dedik az kaldı az kaldı az kaldı veeeee...

O da nesi, havai fişekler atılıyor, insanlar çıldırmış gibi korna çalıyordu... 2011... Ve evet, biz arabadaydık, bende zerre alkol yoktu...Ne yani tüm yılı ayık mı geçiricem? 

Açılışta DRAG QUEEN varmış. 
SPICAA: Canhıraş bir şekilde arabayı otoparka koyduktan sonra haldur huldur mekana doğru koşturduk... Sahneye çıkacak olan ses sanatçısı arkadaşımın söylediğine ve webde gezinen haberlere göre, oldukça güzel bir mekan imiş SPICAA...Talep ettikleri paraya bakılırsa da bir Hilton'dan geri kalır yanları yoktu... Facebooktaki event sayfasında da epey dolu bir mönü ve seçenekler sunuyorlardı. Mekan fotoları da gayet güzeldi... İçeri girerken üzerimi arayan arkadaş her yerimi elledikten sonra artık içerideydik... Vestiyerde yer kalmamış (!) olduğundan montlarımızla girdik içeri... Neyse, bi yere yığarız artık diyerek..

ARTIK İÇERİDEYDİK : Kapısının camından bakınca, hmm fena değil diye düşünmüştüm... Ama yanılmışım... Herkes sanki müzik çalmıyormuşcasına malak gibi oturmuş ööyle içki içiyordu... Ben otobüs durağında bile arkadaşlarıyla eğlenme potansiyeline sahip olduğumdan çok umursamadım diğerlerini... Ama bize gösterdikleri masayı görünce yıkılıverdim.. Dandikten bir bar masasıydı... Neresine o tabaklar konulacak? Hadi adam başı bir tane olsa neyse de, etrafında zaten 7 kişi var. 3 de biz.. 10 eder. Bu muydu SPICAA? İçerisi zaten pavyon gibi... Allahım! Yıl artık 2011 ve girdiğimiz mekana bak... Halen NEYSE diyebiliyorken ödemeyi peşin yapmamız gerektiğini söyleyen eleman geldi veee... HÖST dedirtti... %100 zam yapılmıştı fiyatlara ve fındık fıstık yiyip, dandikten votka içmek için veremezdik o parayı adam başı... Ne yaptık biliyor musunuz? Hiçbir şey demeden çıktık ordan. Evet, çıktık.. Saat 12:30 sularında Ortaköy sokaklarında taksi kovalıyorduk Nişantaşı'na gitmek için... Yalvar yakar, ama kimse almadı tabi... Biz de toplu taşımacılık kullandık.. Evet.. OTOBÜS! Elimde bira şişesiyle otobüsteydik... Tabi, mahalle baskısından dolayı şişeye eldivenimi geçirdim. Eldiveni şişenin üzerine geçirince yok oldu sanki.. Aptallar! 

Artık gerisini anlatamayacağım... Yemin ederim yine içim şişti...  (Daha devamı da var yani...)

Ve sen benimle ortak arkadaşımızın programına gelmeyi isteyen arkadaşım... 2011'e girerken benle olmanı ben istemedim, sen tercih ettin :D Lütfen daha fazla beni suçlama :)

Yalan mı ama yani :)

Veee 2010 böyle bitti. (2011 böyle başladı demek istemiyorum:S)
Published with Blogger-droid v1.6.5

3 Ocak 2011 Pazartesi

Yersen...

Yüksek Sadakat, Türk rock müzik grubudur. Temelleri 1997 yılında şarkı yazarı ve bas gitarist Kutlu Özmakinacı tarafından atılmıştır. Son kadrosu; vokallerde Kenan Vural, gitarda Serkan Özgen, basta Kutlu Özmakinacı, tuşlu çalgılarda Uğur Onatkut ve davulda Alpay Şalt'tan oluşur. Grup, 2011 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil edecektir...

Falan falan falan...

Bir önceki postta Ayna grubunun katılacağıyla ilgili acı söylentiden ne kadar ürktüğümü yazmıştım.

Keşke başka bir şey isteseymişim... 

TRT, 31 Aralık gecesi açıklamasında kimin temsil edeceğini açıklamış. Tabi ben o sıralarda kim bilir nerelerdeydim... 

Neyse, bence Ayna grubundan daha isabetli bir karar gibi. En azından görsellik açısından çok daha başarılı arkadaşlar. 

Bunlarında bazı üyeleri kel falan ama yine de kör kasap görünümleri yok. Dünya standartlarına daha yakınlar. 

Hem ayrıca, albümde yer alan Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer adlı şarkı, albüm daha müzik marketlerdeki yerini almadan birçok ulusal radyoda 1 numaraya kadar yükseldi ve 2006 yılında yapılan Nielsen müzik ölçümlerine göre Türkiye radyolarında en çok çalınan parça oldu.

Daha ne olsun yani.. 10 kadar da ödülleri var imiş internet mecrasında yaptığım araştırmalara göre...

Peki,

Neden bu kadar umursuyoruz bu yarışmayı?

Kimisi, "Öff yaa ne ezik milletiz, kimse bizim kadar önemsemiyor, aptalız aptal!" cümlesiyle ne kadar da COOL olduğunun altını çiziyor...

Kimisi, "Müzik yarışması değil bu, ülkelerin birbirlerini mastrübe etmesi, ne gönderirsen gönder..." diyerek, olayı sadece politik bir çizgiye indirgiyor...

Kimisi, "Müzik, görsellik, kültür şöleni bu. Bayılıyorum ve hastasıyım, bence bir ülke için çok önemli." diyor.

Bense, bu yarışmanın birden fazla yönü var diyorum... Evet politik, evet kültür cümbüşü ve evet bence önemli...

Niye mi?

Reklam : Ülkeler sahnesinde adımız çok fazla geçiyor. Bu yüzden reklama ihtiyacımız yok diye düşünebilirsiniz... Ama, biraz da kültür ve sanatla geçse siyasetteki atarlarımız yerine... Fena olmaz sanıyorum... Evet alışveriş merkezi insanlarıyız... Ama bunlarla da ilgilenmemiz gerek birazcık da olsa... 


Para : PR işinden anlamam ama başarılı yapılan reklam çoğunlukla parayı da beraberinde getirir diye düşünüyorum. Evet çok para harcanacaktır birinci olunması durumunda. Ama kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez. O yüzden, bence biraz daha fazla dikkat edilmesi gereken bir mevzu...

Siyaset : Bununla ilgili olarak yorum yapmaya gerek var mı? :)








Fotolar

Camera is a responsive/adaptive slideshow. Try to resize the browser window
It uses a light version of jQuery mobile, navigate the slides by swiping with your fingers
It's completely free (even though a donation is appreciated)
Camera slideshow provides many options to customize your project as more as possible
It supports captions, HTML elements and videos.