31 Aralık 2010 Cuma

Gurbette Avcunu Yaladın Yine Türkiye!

Az önce gördüm bu beni hüsrana uğratan tweeti...

Dünya'dan haberim yok, millet facebookta grup bile kurmuş üye bile toplamış...

Şebnem Bozoklu yazmış, görür görmez de hemen minnak bir araştırma yaptım. 

Hakkaten böyle birşey var imiş... Aman tanrım dedim (Dedim valla)... 


Bizim kendi kendimize yaptığımız o zavallı anketleri de görmezden gelmiş çok sevgili Ti Ar Ti... 


Yani  bizim düşündüklerimiz kimin umrunda ki... 

Bu adresteki (klik) bilgilere göre de, Avrupa'da tanınan (!) bir grup olması ve ultra parlak bir grup olmasından mütevellit, TRT böyle harikulade (!)  bir karar almışmış. 

Henüz tam net olmamasıyla birlikte içler ürperten bir söylenti... 

Ama benim aklıma takılan bir durum da söz konusu...

Hani, o kadar grup varken... Nerden çıktı allasen AYNA? Yani ne alaka? 

O biz çocukken pörtlemiş, tüm üyelerini körmüş gibi düşündüren grubun ne gibi bir başarıyla geri dönmelerini umuyorlar ki... 

Yoksa, bunun altında yatan başka bir durum  mu var ? 

Misal... Şebnem Bozoklu'nun da dediği gibi, 
Ayna grubu İstanbul Taksim'de düzenlenen 2010 Ramazan Bayramı etkinliklerinde her akşam aralıksız sahne almıştı.
Kendisi de bir şair olan grubun kurucusu Erhan Güleryüz; Fetullah Gülen Hoca Efendi'nin şiirlerinden oluşan ve Prodüktörlüğünü Garo Mafyan'ın yaptığı şiir albümünde yer almıştı.
Ayrıca 2007 Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından organize edilen İftar yemeğinde sahne alan Erhan Güleryüz; Hz Muhammed s.a.v. için yazılan bir eseri seslendirmişti...
Daha başka bir şey söylemeye gerek var mı ?


Bana kalırsa;


 "şimdi birinci falan olursak, seneye Türkiye'de yapılacak bu ecnebi kaynaklı yarışma.. 

Bir sürü uğraş, teferruat... 

Hem bir de para gitçek Dünya gibi... 

Sahne ayarla, insan çalıştır.. 

Ühüüü...

 Boşveeer salla gitsin" tavırları gibi geliyor bana alınan bu kararlar... 

Rimirimi Ley zamanından beri böyle düşünüyorum... 

Gerçi, yine de çıkmadık candan ümit kesilmez...

30 Aralık 2010 Perşembe

Biri Fizy Alternatifi Mi Dedi?

Fizy çıktığından beri katlanarak büyüyen bir kullanıcı kitlesi vardı. Türkçe olması, arayüzünün feci basit olması, tek tık ile istenilen şarkıya ulaşılıyor olması ve muhteşem az sistem kaynağı tüketmesi ile kullanıcıların gönlünde taht kurmuştu. E tabi, meyve veren ağacın taşlanmaktan öte, ırzına geçildiği bir ülkede yaşıyoruz. Böyle bir sonuç kaçınılmazdı. Tabi bu hiç doğru değil... Ama farkında mısınız, kanıksadık bunları... Alışıyoruz. Ne acıdır ki...

Neyse, konumuza geri dönelim. FIZY kapanmış olabilir ama benim aylardır kullandığım bir site var ki daha kompleks ve şarkıların neredeyse tamamı CD kalitesinde. Hani o 64kbps lik dandik kayıtlar yok. 

Bir nev-i online iTunes. Albümler falan gırla... listen.grooveshark.com linkine tıklayarak
ulaşabilirsiniz. Resime tıklayarak da detaylara bir göz atın isterseniz.

Düzeltme :
Küçücük bir DNS ayarı ile hemen girebilirsiniz. http://makat.org/ adresinden programı indirin ve engelli sitelere girin çıkın, napıyorsanız yapın :)  Ama programı administrator (yönetici) olarak çalıştırmayı unutmayın. DNS ayarlarınızı yapıveren bir program. Trojan falan yok, benim zımbırtım bir şey bulamadı.

Avantajları : 

En önemlisi, facebook ya da google hesabınızla kayıt olabiliyorsunuz.
  • Uyuz uyuz form doldurma vs yok. Süper bir artı bence. 
  • Playlist oluşturup istediğiniz zaman geri dönüp değiştirebiliyorsunuz, paylaşabiliyorsunuz.
  • Sürükle bırak ile şarkıların yerlerini değiştirebiliyorsunuz. 
  • Favorilerinize anında ekliyebiliyorsunuz.
  • Diğerleri ne dinliyor, trendler neler inceleyebiliyorsunuz.
  • Paraya kıyarsanız ve internetiniz sınırsızsa (ya da plan satın almışsanız) mobil aygıtınızda da etkili bir şekilde kullanabiliyorsunuz. Çok başarılı (Ben kullanıyorum tavsiye ederim hani)
  • Türkçe albümlerde de oldukça başarılı. Misal, Aşkın Nur Yengi'nin epey eski bir şarkısını buluverdi. Ama yerel şarkıcılarınızı arayacaksanız size göre bir yer değil :)

Dezavantaj(lar)ı :

  • İlk kullanımda biraz kafanız karışabilir. Ulen nerden arama yapıyoruz falan diye... Ama katkılarım sayesinde Türkçeleştirildi, kolayca alışabilirsiniz.
  • Fizy'e göre biraz daha fazla sistem kaynağı kullanıyor, ama ne kadar ekmek o kadar köfte :) Bu arayüze az bile :)


29 Aralık 2010 Çarşamba

Öküz Oturtma

Hiç çocukluğumdan hatırlamazdım aslında Gırgıriye serisini. Taa ki bir arkadaşımla görüşene kadar. Napsak napsak derken, "Hadi bana gidelim Gırgıriye falan izleyelim" dedi veeeee... Herhalde zamanında izleyemediğimden olsa gerek, şimdi nerde Gırgıriye ile ilgili minik bir ışıltı görsem yapışıyorum ve mest olmuş bir şekilde izliyorum. Sanırım oyunculuklarına hayran kalıyorum. Ya da şimdiki embesil işi sit-com zımbırtılarından sıkıldım. Tabi çok kalitelileri yapılmadı değil ama an itibariyle izlenmeye değecek eğlenceli bir Türk yapımı seri görmüyorum. "Burada gülmelisiniz" dercesine olur olmaz yere kahkaha efekti koymalarına da ayrı bir sinir oluyorum. 

Tabi ağlamak / zırlamak isterseniz her an tv kanalları hizmetinize amade... 
Misal, Haziran Gecesi diye 7/24 ağlama üzerine odaklanmış dizinin "Havin" isimli bir karakterini görüyoruz yanda. Epey önceydi bu dizi, ayrı bi gıcık olurdum buna. O zamanlar aile yanında yaşadığımız için tabi, otomatikman ne izleniyorsa sen de onu izliyordun. Neyse... Ne zaman görsem, ne zaman dinlesem bir mutsuzluk, bir gerginlik, bir hüzün dalgası... Herkesin üzerine öküz oturmuş, içlerini kara bulutlar sarmış, insanlarda neşeden eser yok! Ağla babam ağla...

Bunları takip eden insanların mazoşist olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum bir türlü.

Halbuki ne var bunları izleyecek! Zaten sıkıntılar birbirini kovalarken, oturduğun yerde bela seni bulurken, bir de bunlarla kendini germeye ne gerek var? Gerçi söylediklerim "benim beğenmediğim şey kötüdür" modeli oldu ama objektif olduğumu sanıyorum. Deniyorum en azından...

Neyse, Türk film tarihinin en önemli parçalarından birisi olan Gırgıriye için neler demişler ekşide..

icinde inanilmaz cingene kufur ve hitap sekillerini , ozellikle (hangi filminde hatirlamiyorum) "seni donuma sokarim , cikartirim toz pembe" gibi muhtesem bir cingene tehdidini barindiran filmler serisi.


küfte gibi kızarsın biber gibi patlasın, başka bişicikler demem!
baryam benim donumu aldı

gibi repliklerle gönlümde ayrı bir yer edinmiş film serisi. çok taklidi olmuştur ve olagelmektedir ama hiçbiri aynı tadı vermez. 


Gırgıriyenin de duplikasyon denemesini yapmadılar  değil. "Cennet Mahallesi" dizisinden haberi olmayan yoktur herhalde. "Ayy izlemem ben" demeyin, mutlaka görülmüştür.

Hepsi bir yana, bu serideki  "Burası Suadiye" adlı parça beni benden almakta! Her an telefonumun arama melodisi yapabilirim. O kadar neşeleniyorum bunu dinlediğim zaman. 



SPOILER  -  SPOILER -  SPOILER  -  SPOILER -  SPOILER  -  SPOILER  
Suadiye İstanbul'un Kadıköy ilçesinde yer alan ve genelde yüksek gelirli insanların yaşadığı bir semttir. İstanbul'un en güzel caddelerinden biri olan Bağdat Caddesi üzerinde bulunur ve sahili vardır.1905 yılında yapılan tarihi Suadiye Camii ve Feride Geçit'ini kapsar. Adını Suad Hanım adına yaptırılan Suadiye Camii'nden alır.

Bunlar da sözleri :) Karaoke falan isterseniz :)

Amanın Nuriye / Meleğim Huriye / Güzelim Şaziye / Tatlım Zekiye / Lokumum Neziye / Nonoşum Hayriye

Güzelim Saniye / Canım Lütfiye / Burası bak Suadiye /  Kızlar bir Kurabiye / Elbiseler Abiye 

Oldum bi Tuhafiye / Al bir kutu Pişmaniye / Hiç durma ye anam ye / Ziyade olsun hababam ye
Ay ne olursun bi daha ye / Afiyet olsun de babam ye / Bi tanede benim için ye / Daha doymazsan gel beni ye.

İzlemedim ama ben diyorsan, al bebeğim... İzle; Baştan sona :)




22 Aralık 2010 Çarşamba

Sadece 30 saniye mi ?

Ben en son ne zaman ağladım hatırlamıyorum valla...
Heyt bee, ne çok izlerdik, dinlerdik zamanında. Hatta Arif Sağ ile set olarak çıkıyorlardı genellikle...
Pop türeyince tabi, abandone oldu biraz...
Böyle konuşmaya başlamam da kendimi hiç yaşlı hissettirmiyor. Ama bir gerçek vardı ki, MP3'den kule yapılmıyor. Kaset kutuları oyuncaktı bizim için, şimdi de kenar dürümcülerde kartvizitlik olarak kullanılıyor...

Hele o kasetin bant kısmının dolanması, kopması ve zehirli olduğu ile ilgili efsaneler vardır...

C-120 şimdinin DualLayer DVDsi gibiydi :D Hahahahha

Ne güzeldi beaaah:)

Şimdi de güzel tabi.

Ben O Aradaki Farkla...

Fotoğrafçılık hep ilgimi çekmiştir. Minnacık fotoğraf makinesinin bile ayarlarını değiştirip dakikalarca eğlenebilirim. Yok objektif perde aralığı, açık kalma süresi vs... Doğam gereği seviyorum. Cep telefonuyla bile güzel pozlar yakalayabildiğimi söyleyebilirim. 

Hatta gösterebilirim de...

Göstereyim;

Ayarlarını telefonun elverdiği kadarıyla isteğime göre değiştirdim ve çektim. 

 Photoshop'a sadece watermark için  girdi. O yani :)

Fena değil bence :)

Sonuçta cep telefonu yani...

Bir de o yelkenliyi yakalayabilseydim tam Güneş'in önündeyken..

Süper olacaktı :)

O küçük distortionlar da HTC Wildfire'ın muhteşem (!) sensöründen kaynaklanıyor. Benden değil. 

Neyse...



İşte bu yüzden dedim, git kendine şöyle güzel bir makine al, çek börtü böceği, en azından bir hobin olsun. Ya da paranı barlara, clublara dökme, miss gibi fotoğrafını çek fln. Derken Cannon vs Nikkon karşılaştırılması ve araştırmasına girdim. Her ikisi de olur dedim ama bir anda aklıma ERKAYALAR faciası geldi. Hem DV kameram hem de IXUS fotoğraf makinem Cannon. Elektronik şeyler benim ellerimde sürekli olarak bir tehlike altında olduklarından çabucak bozuluyorlar genelde. Zira bozuldular da... Garanti dahilinde ve haricinde yaşadıklarım aklıma geldi. Şikayetler, aramalar, cinnet geçirmeler aklıma geldi... Yine de Cannon dedim içimden!

 Ama şunu görene kadar!


Yani yuh arkadaş yaa!

Tamam bu kadarını alacağımdan değil ama..

6079 US$ = 9 438,25388  Türk Lirası

Ya hadi 10.000 TL olsun. 

Vergi mi şimdi 13.300 TL ? 

Ordan 10 a al, burda 23'e sat..

13.000 Cepte!

Temiz para... 

O aradaki farkla, satılan yere giderim, gezerim, makinamı alırım, fotoğrafımı çekerim, gelirim.

Üzerine para bile artar be! Gezdiğim de yanıma kalır.

Ayıp denen bir şey var  ERKAYALAR... Gerçi siz daha çok para denen şeyle ilgileniyorsunuz. 

Hani herkes der ya vergiler çok yüksek efendim o yüzden fiyatlar uçuk.
Hayır efendim değil.  Çünkü gümrük birliği anlaşmamız var Avrupa ile. Orda oran ne ise bizde de o. 
Sadece kdv oranı Avrupa’ya göre biraz daha yüksek o kadar.
Bir fotoğraf makinasının senin depona giriş maliyeti fatura bedelinin %25 ini geçmez. Artı birde distribütörlük indirimin vardır illa ki yani. 
Avrupa’daki raf fiyatı üzerinden almıyorsun makinaları.
Bizim milletin en büyük özelliği oturduğu yerden para kazanmasını çok sevmesidir. Ha birde çok tembeliz. 1000 makina getirip ucuza satıp milletle uğraşacağıma 100 getirir dayarım fiyatı sende rahat bende rahat düşüncesi yüzünden makinalar korkunç pahalı burda.
Sadece makina değil hatta sadece fotoğrafta değil. elinize aldığınız ithal tüm ürünler için geçerli bu düşünce.


AMAAAA! 



İSABETLİ KARAR CANNON!




21 Aralık 2010 Salı

Kopar Yavrum Kopar!

Yorum yapılabilir mi bu güzide soruya :D

Tabi ki yapılır :) 

Yahu,

Hadi boyunu uzatmak istesen anlarız...

Kalınlaştırmak için farklı bir yol izlemen kanısındayım :)

Vakum işe yarayabilir bak :D 

Hem incesi kalını diye bakmamak lazım..

Herşey, gün gelecek,
yerli yerine oturacak...


Harikulade bir ritm var yazıda :D

Göbeğimi Çeke Çeke Sana Doğru!


Atiye...
Dans,
Güzellik,
Charm,
Ses..
Hepsi onda...
Ama,
İlk duyduğumda bu şarkıyı "kafası iyiydi heralde" demiştim :)
Ta ki @alperspeed' in evinde bu remixi dinleyene kadar.
Kim yaptıysa ellerine sağlık.
Zira şarkı bambaşka bir hal alıp eğlenceli ve dinlenesi bir hale gelmiş :)

Keşke Eurovision'da bizi Atiye şeetse? Nasıl olur?

Hani en azından belini bükebiliyor.
Yere doğru hızla eğilip, kıvrak hareketler yapabiliyor.
Diğer güçlü adaylar gibi yerde oturup bacaklarını sallamaktan öteye geçebiliyor.
Dahası,
KADIN DANS EDEBİLİYOR ABİ!

 HEM GÖZE HEM KULAĞA!

 

Ölümüne Susadın mı? O zaman Miller!


Yaptığım  espri ne kadar çirkin olursa olsun, o nalet Mrs. Miller kadar korkunç ve talihsiz olamaz yazdıklarım. Miller kelimesini bu kadar çirkinleştiren bir yüz daha olamaz diye düşündüm yazdıklarını okuduktan sonra.  Yani tam da işler bu kadar hoka sarmışken, planlar tutmazken, tutanlara da tutmaz olaydın derken, bu angus yorumların ne kadar da sinir bozucu nalet kadın!



Bir başak burcu olarak ölmüşüm de haberim yokmuş!


 "Astroloji size gelecekte ne gibi etkiler içerisinde kendinizi hissedebileceğinizden sizi haberdar edebileceğini iddia eder.
 Buna astrolojide transit etkiler denmektedir. 
Transit, geçiş anlamına gelir, yani transit etkiler gezegenlerin dönüşlerinin insan yaşamına olan etkileri.
 Bu etkiler, gezegenlerin sizin Yıldız Haritanızla nasıl iletişim içine geçtiğiyle alakalıdır.
 Astroloji, geleceğin ne getireceğini söylemez ya da geleceğin ne olacağını söylemez. 
Astroloji, kişilerin gelecekte ne gibi etkiler içerisinde olacağını açıkladığını iddia eder.

Astrolojiye göre insan karakteri, çocuk doğduğu anda ilk nefesini aldığı anda oluşur. 
O anda Gökyüzü konumu ne gösteriyorsa çocuğun kaderi ve karakteri ona göre şekillenir."


 

E Susan Miller hep şöyle olacak böyle olacak vs.. söylemiş... Kadın tarih bile vermiş... Şu günler arasında bu olacak bilmemne diye...


 

Yani sizce de biraz saçma değil mi ?
Tamam gezegenlerin çekimi itimi bilmem ne etkisi aklına yatıyor insanın.
Hani ne alaka diyorsanız bu med-cezir olayını araştırmanızı öneriyorum. 
En dandiğinden Ay'ın bile okyanusların sularının yükselmesine neden olduğunu biliyoruz.

Ama bu kadar kategorize etmek biraz sinir bozucu değil mi?

Hani "inanmıyorum lan bana ne" diyor insan ama, kötü birşey olunca da "Anaa doğru mu acaba yaw" diye de düşünüyor zaman zaman.



Kara kedi aptallığını üzerimden atamamam gibi bu kadına da bir süre takılacağım galiba...


 

Amaan, İnanmıyorum ki, bana ne!



Bu arada güzel noktaya değinmiş twitt kardeş :)

Şiir Kitabı Çıkarıcam "Oyh Yeah!"

Hasta oluyorum bu nevrotik şiirleri yazan tiplere. Her kelime yan anlamında kullanılmaz ki arkadaşım! Ne şimdi bu şiir mi ?

Böyle hoyratça sinirli, sürekli bir sitem... Daralıyorum!

Esas sinirlerimi bozan bunların bu kadar fazla talep görmesi.

Alın hemen döktüreyim bir iki şizofren şiir...



Ne oldu?
Yoksa ücretini mi alamadın hayattan?
Bana ne oldu?
Bir fahişe...
Bir serçe..
Ne kadar savunmasızlar değil mi..
Ama kalbim sana aç...
Sende kabini bana aç....

Gökyüzünden düşen bir yağmur damlasıydım seninleyken.
Bulutlarıma tutunamadım,
Kel saçlarından kaydım, ufaldım, 
eridim...
Hayat bana fahişe,
sana ise dul gibiydi.
Hasrete gebe orospu ruhlarda buldum gönlümü,
senden
benden...
Zengin kalkışı yapardı organlarım her an (Ahahahahhahahah)
seni görünce,
hiç gitmeyecekmiş gibi,
aniden...
Dur durak bilmeden.
Bir oyuncak bebek gibi...
Kolları sınırsızca dönen...
Kalbi arsızca bükülen...

20 Aralık 2010 Pazartesi

OH NO!

2012 Ocak 1 Pazar gününe denk geliyor!
Bu ne demek siz biliyor musunuz?

No extra tatil!

No extra plan possibility!!

Hele biz Cumartesileri de çalışanlar için korkunç bir durum!

Aman Tanrım! Bu sefer ne diyoruz?

OH NOOO!

Levi's>Koton>Bershka

Çok değil, bundan birkaç ay önce moda ile ilgilenen blog yazarı twitter arkadaşlarıma STYLING istiyorum diye söylemiştim.
Hatta katkıda bulunanlara bir minnak hediyem de olacaktı. Dolabımı düzüyordum, yardıma ihtiyacım vardı ve topluca da bir miktar param.
Tabi hiçbiri sallamadı, ya da belki de çekindiler.
Ama sorun değil, çok samimi değildik ondandır diye düşündüm.
Sophie konserinden sonra en azından "etten-kemikten" insan olduklarını gördüm, bu da birşey tabi.
Neyse...
Attım kendimi mağazalara... Zara olsun, Koton olsun, Jack Jones olsun... Gidildi, beğenildi - beğenilmedi... Tarzlarını ve trendlerini eleştirmeyeceğim asla. Çünkü 2010 yaz modası diye asla o pişik edecek kıvamdaki tayt bozması Top Man pantolonlarını giyemem. Denedim, olmadı, yapamadım ...
Neyse, bilinçli bir tüketici olan kısmımı evde bırakıp mağazalardan üzerime olanları aldım ve ellerim kopa kopa eve geldim.
ANCAK!
Bershka' dan ayıla bayıla aldığım montun o iri çıtçıtları ilk açış kapatışta sapır sapır döküldüler ne yazık ki. Geri götürdüm tabi, muhabbete gelin şimdi...
Ben: Merhaba, bu montu buradan almıştım bu da fişi, çıtçıtalarının neredeyse hepsi çıktı, aynısıyla değiştirmem mümkün mü ?
Kasadaki Kadın : Üzerinize giydiniz mi ?
Ben : E heralde, bunu bir bahane olarak kullanmayacaksınız değil mi ?
Kasadaki Kadın : Giydiğiniz için sorun oluşturabilir. Bir saniye sorayım...
Ben : Ama iç çamaşırı değil ki bu ? (Nasıl olsa değiştireceğimi bildiğimden rahatım tabii) Yani tabi sorun siz, o sırada ben de aynısından var mı diye bakayım...
Kasadaki Kadın (Hiddetlenerek ve sarı saçlarının hakkını veren ikoncan tavrıyla) : Değiştirebilirsiniz demedim kiööö.
Ben : Tamam zaten ben de değiştireceğim nasıl olsa demedim, sorun siz.
Kasadaki Kadının Yerine Gelen Kadın : Merhaba ben "bilmemkim", mağaza müdürüyüm nasıl yardımcı olabilirim?
Ben : Montun tüm zımbırtıları koptu neredeyse, bu kadar çabuk ve bu kadar basit kopmamalı diye düşündüğüm için geri getirdim.
Kasadaki Kadının Yerine Gelen Kadın : Tabi değiştirelim hemen.. Arkadaşlar bunu alın indirimde satarız.
Ben ("Çıldırmışlar herhalde, neyse işini hallet ve kaç" mantığıyla...) :  İyi günleerrrr.....

Hiç iş yok diye ağlamasın kimse... Bakın Bershka' ya ipini koparanı kasa görevlisi olarak alıyorlar. O yüzden zırlamayın işsizler!

Kotoncum. 
Senin de elemanlarının dakikalarca mağazalara ulaşmaya çabalamaları takdire değerdi. Ancak, mağazaların telefonları olsa, görevliler arasalar o var mı bu var mı diye? Daha hızlı olmaz mı ? Maliyet diyorsanız VoIP teknolojileri çok ucuz artık. Hatta SKYPE bile kullanabilirsiniz bence...
Ama en azından o beğendiğim çantayı bana sağladın.
Teşekkür ederim.


Gönlüm seninle Levi's 
Kısaltmakta kararsız kaldığım pantolonların paçalarıyla ilgili olarak "1 ay içerisinde ne zaman getirirseniz orjinalliğini bozmadan ücretsiz yaparız, siz kararınızı verin yeter ki! " diyerek gönlümde taht kurdun. Zira, kaliteni de biliyoruz yani.


Not : Hiçbir şekilde reklam ya da karalama amaçlı yazılmamıştır. Ama öyle algılıyorsanız da yapabileceğim pek bir şey yok. 

Here comes the first post :)

Bakıyorum sağımdaki, solumdaki, önümdeki, arkamdaki blog yazıyor. Güzel de ürünler elde ediyorlar. Tam  da işim içimi sıkıp beni şişirmeye başlamışken, kendime yeni uğraşlar arıyorken dedim "e oğlum sen de blog yaz, ilgilen. Zaten internet dediğin zımbırtıya oldukça hakimsin (eheheh)." Bu kararımı da görev icra edercesine her Cumartes gecesi gittiğim klüpte eğlenemezken aldım. Alkol, müzik de bir yere kadar :D Her ikisinden de vazgeçmem tabi, ama klübe ara verebilirm herhalde.

Hem böylece twitter alemindeki arkadaşlarımla
bir "blog kardeşliği", bir "blog unity "kurmuş olurum dedim.
İyi de demişim sanırım.
Zira, yazmak iyi geliyor insana.
Hakkaten yaa, yazı yazdıkça sevinç geldi içime sanki.
Hatta böyle satır satır yazınca daha bir akıcı gibi geliyor.
Okuması kolay hem.
Evet evet, bundan sonra hep böyle yazacağım.
Cümleleri ekrandan takip etmesi daha kolay.
Satır başına bir cümle olayının telif hakları vitrindeyiz.blogspot.com yazarı arkadaşımındır.
Ama arkadaşım olduğundan çalarım da çırparım da.
Hem ortaklığımız da var.

Kime ne?

Bu post, ileride bir gün (hatta belki bu gün) silinmek üzere yazılmıştır. Tamamen deneme amaçlıdır. Blog olayına çok yeniyim. Desteklerinizi esirgemezseniz sizi daha çok severim. Haberiniz olsun.

Fotolar

Camera is a responsive/adaptive slideshow. Try to resize the browser window
It uses a light version of jQuery mobile, navigate the slides by swiping with your fingers
It's completely free (even though a donation is appreciated)
Camera slideshow provides many options to customize your project as more as possible
It supports captions, HTML elements and videos.