27 Temmuz 2016 Çarşamba

Bir Türk ismi olarak : Enes!!

Daha önce yabancı dilin öneminden hatta, dil öğrenirken ilk önce küfürlerin öğrenilmesinin gerekçelerinden bahsetmişim. Çok da mantıklıymış söylediklerim aslında. Buna benzer bir yaşanmışlık söz konusu, paylaşmadan edemem. Çok salakça.

Yıllardan bu yıl. Hatta bu ay. Temmuz ayında yine yurt dışı seyahati yaptım. Hatta tam da darbe gerçekleşirken. Ama konu zamanı değil. Yeri.


Amsterdam'da  Beyoncé konserini gündem takip etmekten izleyemeyip, Çekya (artık öyle anılıyormuş Çek Cumhuriyeti ki bence çok tatsız) üzerinden vatana geri döndüm. 


Neredeyse arenadan atılacaktım. 

Hatta bi ara Beyoncé bana bir şey fırlatacak diye bekledim "bırak artık telefonu elinden" diyerek.

Öyle ki bir noktada sahneye arkamı dönmüşüm farkında olmadan. Fırlatsa yeriydi yani. Iskalama ihtimali de yok, önümde sadece birkaç kişi vardı. O kadar yakındım kendisine.  Ama o da, ben fotoğrafını çekmek için yeltendiğim anda arkasını dönmek suretiyle bana olan tepkisini açıkça gösterdi. Bozuldum biraz ama o da haklı yaneee.. Ama darbe oluyordu aynı esnada...

Bu arada keşke fırlatsaydı. E-bay'den satardım...

En azından birkaç video ve foto çekmişim. Bakıp bakıp, güzel konsermiş diyorum alık alık.

Ama konumuz bu değil. Enes!

Pazar günü Amsterdam maceramız son bulunca, ben Prag'a geldim. Arkadaşlarım başka ülkeye gittiler ama o hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Bu konu da ayrı bi noktadır. Sanki B12 eksikliği yok, vücudumdaki B12'yi bir şekilde vücudumdan çekiyorlar. O kadar bi unutkanlık, anlatamam, unutuyorum zaten.

Prag'a gidilmişken tabii ki mekanları da gezilecekti. Gezildi de. 

Türk olduğumun anlaşılmamasıyla acayip eğleniyorum bazen. En turistik yerleri olan mekanlardan Labyrinth'de sessizce, efendi efendi gayet mazbut bir şekilde oturmuş bir drink eşliğinde sigaramı içiyordum kafeterya kısmında. Adının Enes olduğunu sonradan öğrendiğim bir Türk bana seslendi;

Hey whats up?

Besssbelli Türk. Akıyor yani yüzünden, peştemalinden.. 

Dedim I'm fine, Just chillin', you ?
Dedi yanındakine, zayıf mayıf ama ben bunu yerim!

Arada olan biten nispeten daha az eğlenceli kısmı atlıyorum. Sonuç olarak yiyemedi, ama arkadaş olduk. Hatta bana, kendi şarj aletinden başka birşeyle şarj olmayan telefonumu şarj edebilmem için, gelmeden hemen önce Teknosa'dan aldığı baba bir powerbank verdi. Öyle bir arkadaşlık. Öyle ki, %50 şarjı kaldığı halde telefonumu tam şarj eden paranın satın alabileceği, neredeyse en güzel şeyi benimle paylaştı. 

ŞARJ DİYORUM ARKADAŞ! 

Resmen darbe sonrasında bana sahip çıktı, ben de ona ve arkadaşına. Baya arkadaş olduk. Facebooktan ekleştik bile. O denli bi noktaya gelindi. 

Neyse,

Labyrinth gerçekten ismiyle müsemma, kaybolma ihtimali oldukça yüksek, bir geçtiğin yerden bir daha geçme ihtimali alabildiğine zor olan bir turistik müessese. Henüz Amsterdam'ın yorgunluğunu da üzerimden atamamış olduğumdan artık eve dönüp uyumak istedim. Ama Enes'in powerbank bende kaldı ve geri verip çıkmak istiyorum. 

Bekle, bekle,bekle yoklar. Benim gözler kapanıyor ve eve dönüp uyumak istiyorum. Neyse, dedim ben arayıp bulayım bari.

Benim gibi turistik olduğu için müesseseye gelen turistlerin şaşkın bakışları arasında, müessesenin karanlık yerlerine girip, 

Eneeğs, Eneeeğs diye bağırmadan, müessesenin kurallarına ters düşmeyecek bir ses tonuyla karanlık yerlerde, belki sesimi duyarlar diye umarak dolaşmaya başladım. Emaneti geri vermem gerekiyor. Yoksa gitmem! Emanet sonuçta. Ve darbe oluyordu ülkede.

Ben sokaktan tekerlekli tezgahıyla geçen eskici edasıyla ve bastıran tatlı uykunun da etkisiyle, Eneess dedikçe kıkırdaşmalar ve gözümden geçerek ense köküme isabet eden dik bakışlara anlam veremeden aramaya devam ettim. Enes'i buldum, emaneti teslim ettim ve çıktım.

Yolda yürürken eve doğru kafamda o bakışların nedenini çözmek için düşünürken farkettim.

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

v

AN ASS!


Sürtük geri döndü, şimdi panikleyin

Taaa ne zaman  yazmışım en son, 2013 yıllarının bi taraflarında kalmış en son postum.

Geçenlerde arkadaşla konuşunca farkettim ki, benim bir bloğum var.  Her trendi en az 3 yıl geriden takip etme huyum olduğundan, Lost bile bittikten yıllar sonra izleyen ben, dedim neden bloğuma kusmuyorum her şeyimi tüm bu trend yerini Vlogger'lara bırakmak üzereyken.. 

İster okuyun ister okumayın hiç umrumda değil. Ben yazacağım.

Bu sefer 
daha sert,
daha ateşli,
daha seksli,
daha yaşanmış,
daha çirkef,
daha olmamış

şekilde tekrar aranızdayım. Tecrübelerimi aktarmaya kaldığım yerden devam ediciğim efem...

Olacak o kadar komikliğinde, kursakta kalmış gülüşlerinizi bana saklayın. Güldürürken düşürttüren adam olmak için halen yeterince genç ve enerjiğim. Ayrıca de/da konusunda da çok başarılı olduğumu biliyorum.

Kendimi blogger ilan ediyorum şu an. 

Kartvizitime sıfatlarımı sığdırabilmek için 3 punto ile yazdırmak zorunda kalacağım artık ama o da halen kartvizit kullananların sorunu. 

Not mine!

12 Eylül 2013 Perşembe

Israrla "Tatildeyim"

Tüm allem edişlerim ve kallem edişlerim sonuçlanmıştı ve artık çok ihtiyacım oldugunu düşündüğüm tatile çıkmıştım. Yine plansız programsız rezervasyonsuz ve tek başıma!

Sözüm ona tek başıma yani. 

Elimden telefon düşmüyor çünkü. Şarj bitince en yakın prizde alıyorum soluğu. O kafamdaki "ya biri arar da ulaşamazsa" sendromunu İstanbul'da bırakamadım ne yazık ki. Olsun. Yinr de biraz uzaklaştım işten güçten. (Yemediniz beni tanıyanlar, biliyorum)

Olimposa git vallahi pek güzel diyen arkadaşlarımın gazına gelip ve Antalya havalimanının en yakın liman olduğunu öğrenip biletimi aldım ve "trafik olur şimdi, erken çıkayım" şeklinde canhıraş Atatürk havalimanına koşturdum. Ama trafik olmadı. Tam 1.30 saat ucağı bekledim ve sağ salim indim Antalya'ya. 

AĞALAR BEYLER, OLİMPOS NE TARAFTA?

Sanıyorum ki havaalanından direkt dolmuş otobus vs var. Yokmuş. 4 araç değiştirerek geldim Olimpos'a. Hala kafamda "o oldu mu acaba" tadında işsel sorular var. E ilk gundem kurtulamazdı bu beyin işsel düşüncelerden diye düşündüm. Umursamadım

Neyse geldik mi Olimpos'a, geldik. Nerde kalsam? Tabii ki denize en yakın konaklama tessisinde. Otel ya da pansiyon diyemiyorum. En uygunu prefabrik kutular demek olur saniyorum. Ama kliması duşu vsvar. İyi ki var. Kapıyı açınca yuzume vuran "yıkama programı yeni biten bulaşık makinasından çıkan sıcak hava" benzeri bir welcoming içtem içe beni mutlu etti aslında. Bu henüz yaz'ın bitmediğine işaretti. O sevinçle hemen cantamı bıraktım ve denize koştum. Koş babam koş bitmedi! Turnikelerden geçip, müze kartını okutup, yaklaşık 1 km yurudukten sonra denize ulaştım. Olayyy! 

ÖLMEYEN İNATÇI ARI YAPMIŞLAR!

Artık uyuyayım dediğimde tek kişi kaldığım odamda beni birisi karşıladı. Kişi diyorum çünkü o kocaman, 38 numara ayakları olan bir arıydı! O denli devasa birşey! Havluyu elime alıp kapıyı açıp Mozambik halk dansı yaparcasına dışarı çıkmasını sağlamaya çalışıyorum ama nafile. Sanarsın "sen git, ben burda kalıcam, bana ne!" diyor. Dışardan gören "napıyo lan bu" demiştir herhalde. Elimde havlu, korkuyla kovalamaya çalışıyorum muhterem arı kişisini. Ama bu da sabır. Kendısı kaşındı. Elimdeki havlunun yerini artık terlik almıştı. İnsanım sonuçta. En barbar canlı. Odam pahasın arıya savaş açmıştım. Artık dışarıdan görenler umrumda değildi. Sadece uyumak istiyordum. Ve o 38 numara aYaklarıyla tavanda durmayı nasıl başardı bilmiyorum ama arı kişisi sabit bir şekilde tavanda durdu. Tam zamanıydı. Atış bir! Tam isabet! Ama ne fayda. Bana mısın demedı. Hatta umursamadı. Bir daha. Yok! Tınlamiyor! Oğlum bak git dediğini duyar gibi olurken bir darbe daha! Bu arada terliği fırlatmıyorum. Bildiğin kafasına kafasına vuruyorum. Hani darbelerden eminim yani. Yok!  Kimyasal silahlarımı kullanmalıyım diye düşünüp üzerine yine arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine aldığım kene ve diğer uçan haşereler için aldığım spreyden sıktım. Gelen cevap "bu dAha başlangıç. Mücadeleye devam! 

Sarhoş olan arıyı yere düşmesiyle dışarıya ittirdim ve uçtu gitti. Öldüremedim anlayacağınız. 

Bi polis kadar olamadım. Oysa hiçbirsey olamazsan polis olursun derlerdi...

UYUMADIM, BAYILDIM

Üstümle başımla uyuyakalmışım. Uyandığımda matbaasından lazer kesimcisine, grafikerinden bilmemnesine hepsi anlaşmışcasıma aramış. Ama yok. Duymadım bile. 

GRINDR BLOKLANDI MI YAW?

Engellenmeler üst üste! Zaten telefonumun akibeti belirsizken bir de tatilin bir gece öncesi cuzdanımı da düşürüp kaybeden ben bir de bununla karşılaştım. Ehliyet, bolca nakit, kredi kartı, banka kartı ve gereksiz iki adet kartvizit artık yok! Şükürler olsun ki cep bankacılığı var! Hiç sevmediğim ama zorunda kaldığım şeyi zorunluluktan yaptım. Nakit taşımak :/

ALLAAM!  ŞİMDİ NABICAĞZ?!

Sosyalleşmek de sevgili hükümet erbabları tarafından engellendi. Evet. Hem de demokratik ve özgür bir ülkede olmamıza rağmen. Sırf bu yuzden Taksimde toplanabilecek onlarca kişi tanıyorum. Ben de dahil :)

KEREVİZ SAPI VE ENGİNAR MI?

Şimdi bir teyze hayal edin. Surekli bir şekilde dantel işleyen, kasnak, yumak falan gibi şeyleri acil durum malzemelerinden üstte tutan, memelerini masaya otururken masaya koymak durumunda olan ve 1,20 boyunda. Mantı büksün, lahana haşlasın bulgur pişirsin falan dersin deme. Deme ama. 

Demek ki neymiş, şekilcş olmayacakmışsın. Dışgörünüşle karşılanan insanı falan falan falan. 

Yemek vakti geldi. Açık büfe dediler ama yalan yani. Büfede duran tabaklarda hersey hazır. Yani kişi başına bir tabağın içine seçme şansı olmadan konmuş herşey. 

İlk gün mönüde Enginar dolması, kereviz sapı ekşilemesi (truze öyle dedi valla) közde sarımsak ve bilmemne balığı buğulama vardı ve birşey söylemeliyim. Olaysın teyzecim. Eline sağlık çok güzel olmuş desiğimde de daha düşündürücü bir cevap aldım ; o kadar çer çöp yiyonuz, halen tat alabiliy musun oğul sen?

!!!

Sigara içerken, içmeyeyiö diye üzerime su fırlattığını da sonra anltıcam. 


Bu arada yazım hatalarım var biliyorum ama dönünce düzeltirim. Şimdi gizli gizli bir sigara yakayım :)




11 Nisan 2012 Çarşamba

Kulağindaki Ne?


Daha yeni gelmişiz Samsun'dan Malatya'ya...
Abuk sabuk insanlar,
bir o kadar da saçma sapan muhabbetlere maruz kaliyoruz!

Tek istedigim sey yatip uyumak ama icinde bulundugumuz sartlarda na mümkün.

Yanindaki ile ciglik atarak konusan insanlarla ayni kogustayiz ne yazik ki.

Her zamanki gibi bir cozumum vardi tabi ki...

Kulak tikaci!

Turuncu renkte, eczaneden aldigim, naylon bir kablomsu cisim ile birbirine baglanmis turuncu renkte kulak tikaclarim ile rahatlikla ve sorunsuzca uyuyabiliyordum.

Tabi, salaklikta sinir tanimayan insanlarin bolca bulundugu askeriyede bununla bile ilgili blogluk malzeme yaratan bir durum olustu.

Olay soyle gelisti (saat 02 sulari)

k: sst ssst uyan bakiyim!
ben:buyrun komutanim.
k: buyrun degil, emredin diyceğn layn!
ben: afedersiniz komutanim, bir durum mu var?
k: olm yasak bu!
ben: uyumak mi yasak?
k: anlamazdan gelme, mp3 yasak!
ben: biliyorum komutanim da, benim mp3 um yok ki?
k: var ya iste uyuya kalmissin dinlerken?
ben: yok vallahi komutanim?

adam o kadar emin ki, ben olup olmadigiindan suphe ettim. O kadar yani!

k: (Kulak tikaclarini gostererek) Bunlar ne olm!
ben: (Tikac kelimesi aklima gelmedi lanet olsun ki ve ) kulaklik komutanim? (halen saf saf konusuyorum)
k: dalga mi geciyon oglum la!
ben: (sonunda, calismasi gerektigi anda calismayan beynim devreye girdi ve) o ses izolasyonu icin, bir cesit sungerden yapilan kulak tipasi, mp3 calar ya da uzantisi degil!
k:mp3 yasak!
ben: alin takin bakalim muzik gelecek mi kulaginiza!!!
k: neyse tamam, uyu madem, inandim...

ruya gibi geldi heralde ki hemen uyuyuverdim o gece.

2012ye de boyle girdim. 2011e girisim de olayliydi

2013den umutluyum.

Bu sefer olacak!

6 Eylül 2011 Salı

Eşeğin Kıçından Bildiriyorum...

Herkesin tatildeyken yediklerini (hem gıda açısından hem halt açısından ) twitterde izlemenin verdiği gerginlik yetmiyormuş gibi, vardiyeli çalıştığım iş yerinden bir çalışan ayrıldı. Dolayısıyla bırak bayram tatilini,  hem haftalık izin yapmak gibi bir şansımız, hem de shiftlere geç gelmek gibi bir şansımız kalmamıştı... O yüzden yapılan tüm nispetler bire beş oranda canımı sıktı.

Tebrikler ediyorum.

Neyse dedik, bayram sonrası gümbür gümbür bir event hazırlamıştık.

(Yani biz öyle sanıyorduk.)

Hatta Türkiye'ye gelen bir grup için sponsor bile olmuştuk parasını verip. Event listelerinde "sponsored by" olarak yer almak için de para ödemiştik.

Facebookta gruplar kuruldu, özel web sitelerinde reklamlar verildi, bannerler flyerlar hazırlandı. Artık bu kadar çabaya karşılık olarak, arkadaşları birkaç gün öncesinden telefon açarak çağırdığımız partilerdekinden daha fazla katılım olur diye düşündük. Feci yanıldığımızı 26 kişilik katılım olunca anlamıştık. En son yaptığımız dandikten partide bile 94 kişi giriş ödeyerek gelmiş ve çılgınca eğlenmiş (abartmıyorum), ondan sonra 35 kişi de after party için anlaştığımız mekana gitmişti.

Zamanlama kötüydü. Herkes tatilde, bakın bunu yiyorum, şuradayım şeklinde tweet atmakla meşguldü.

İstanbul bomboştu kısaca.

Burdan yedik kocaman bir tokat!

Hemde en Osmanlısından, en eli nasırlısından...

Sonra çook çok sevdiğim bir arkadaşımın canının sıkılmasına, hatta canının sıkılmasından öte bana köpürmesine, benden yana hayal kırıklığının oluşmasına neden oldum. Ki aslında "o kadar da tepki göstereceğini asla düşünmezdim."

Yani,

"Beni yanlış anladı"

demek istemiyorum. Klişelerden uzak olmak fevkalade güzel bir şey. Ama gelin gelelim ifade edemeyeceğim kadar salak ve içeriği olmayan bir cümle üzerine, kendisinden duyduklarım beni şu an bulunduğum yere soktu ki buranın ortamı hiç iyi değil. (Eşeğin kıçından bahsediyorum).

Buradan bangır bangır bağırıyorum.

"Ben seni asla o tahmin ettiğin şekilde bir yere koymadım. Bir anlığına bile olsa koymadım! Koymayacağımı da çok iyi biliyor olman lazım.... Eğer koyduğumu düşünüyorsan halen, işte ben o zaman yerle bir olurum! "

Sana senin ifadenle son kez söylüyorum... "Bana hakkaten iyi geliyorsun, seninle vakit geçirmeyi seviyorum."

Daha bitti mi sanıyorsunuz?

Asla!

Bir de iş yerindeki abuk sabuk olaylar var ki, inanamazsınız!

Ancak işimle ilgili olarak buradan siz okuyucularıma seslenmek istemiyorum. Zira "herkes" okuyabilir.

Ama şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim ki,

Tanrı (varsa eğer) tüm canlıları Araplardan korusun...

Amin!

4 Ağustos 2011 Perşembe

Biz HD Kutu Satıcaktık Size? Neyse Özür Dileriz...

Evimde Uydunet internet paketi var. E takdir edersiniz ki, internetsiz bir evde yaşamam pek mümkün değil.

Tamam abartı gibi gelebilir ama benim "hobi olarak" yaptığım işim sürekli bir internet bağlantısı gerektiriyor. 

E her şeyi de telefonun o mercimek büyüklüğündeki tuşlarına dokunarak yapamıyorsunuz. Klavyeli geniş ekranlı bir ortam şart.

Hele bir de söz konusu mail ise, şart ki ne şart.

Neyse, 

Günlerden bir gün mahallede elektrik kesintisi yaşadık. Mahallecek şanslıyız ki, yarım saat bile dolmadan elektriğimiz geri geldi.

Ancak geri gelmeyen bir şey vardı ki, o da internet...

Modemlerin ne kadar "osuruktan nem kapan" aygıtlar olduğunu bildiğimden, prizine güç koruması zımbırtısı taktım. Hani problem asla modemde olamazdı. (Evet ilerleyen kısımda haklı olduğumu göreceksiniz).

Hemen 444-0-126 aranıp arıza kaydı verilmeliydi ki ivedilikle çözülsün...

Uygun tuşa basıldı.

Müşteri Hizmetlerindeki Bayan  (MHB)

MHB : İyi günler nasıl yardımcı olabilirim.
Ben: Merhaba, elektrik kesintisi oldu mahallemizde ve ardından internet de kesildi.
MHB: Elektrikler geldi mi ??
Ben : Evet geldi?
MHB: Kontrol ediyorum.
Ben : Neyi, gelip gelmediğini mi ?
MHB: Hayır, arıza kaydı bırakıp bırakmadığınızı.
Ben : Abone numaramı söyleyeyim o zaman. 
MHB: Kayıtlı cep telefonunuzdan aradınız sanırım OyhYeah bey, adınız sistemde görünüyor.
Ben : WAY BE!!! Peki bekliyorum. Arıza kaydı bırakıcaz sanırım.
MHB: Ne yazık ki bırakamayacağız OyhYeah bey, çünkü genel bir çalışma var bölgenizde. Sisteme düşülen nota göre 5 saat içinde giderilecek. Ondan sonra her şey normale dönecektir.
Ben: Aa iyi tamam yapacak bir şey yok, bekleyelim o halde. İyi günler.
MHB: İyi günler.

Farkındaysanız halen daha bir çemkirme, bir azarlama ya da bağırma olduğunu belirtmedim. Gayet naif ve oldukça anlayışlıyım.

Bekleyeceğiz artık bile demişim..

Bekledim de.

6 saat, 14 saat.. Yok...

Dedim uzadı heralde.

Bu esnada hafta sonuna denk geldiğinden eve pek uğrama fırsatım olmadı. Uğradığım zamanlarda da interneti kontrol etme girişiminde bulunmadım her yere aceleyle gittiğimden...

İlk aramamın üzerinden 6 gün geçmişti. Yani 144 saat.  Yani benden talep edilenden 28.8 kat daha fazla beklemiştim.

Ben!! Beklemişim! Hem de 6 gün! Elimden geleninin fazlasını bile yapmışım.

Yine aradım müşteri hizmetlerini, yine  aynı şeyi söyledi MHB. 6 ila 7 saat içerisinde bölgemdeki çalışma bitecekmiş. 

Tamam teşekkür ederim dedim kapattım.

Sonra ne yaptım. Çok zor değil tahmin etmek..

Genel müdürlüğü aradım bu sefer. Dedim

"Tam tamına 7 gündür internetim yok. Bir ayın 4te1'i eder. Arıza kaydı bırakamıyorum, çalışma varmış. Dalga mı geçiyorsunuz, bu gün o modemin lambaları yanacak, internete girilecek... O kadar!"

Cevap: Tamam abi geliyoruz.

Tam yarım saat içinde, 30 dakika dolmadan hatta, adamlar kapımdaydılar. 

Abi televizyon yok mu evde?
Yok valla, izlemiyorum.
E kablo TV aboneliğiniz var.
E kablo TV aboneliği almadan internet satmıyorsunuz ki.
Ha doğru.
Ama televizyonsuz ölçüm yapamayız.
Bal gibi yaparsınız. Yapacaksınız, zerre ilgilendirmiyor. Yahu 1 hafta oldu... 
He o zaman ölçüm aletini alayım araçtan.
Ya havle!

O apartmanın girişindeki asma kilitle kilitlenmiş, ancak tornavida kullanarak kolaylıkla açabileceğiniz kutunun içindeki zımbırtı voltaj şeysinden bozulmuş. O yani, değiştirdiler bitti... 10 dakikalarını aldı.

"E bir hafta bunun için mi bekledim ben şimdi! Hani çalışma vardı? " dediğimde;

"Abi, o bir hafta önceydi, 5 saat falan sürdü bitti" dedi..

Neyse dedim OyhYeah, sakin, boşver bak internet geldi. Gir bak ne istersen yap...

1 saat sonra telefonum çaldı ve arayan 444'lü bir kurumsal numara. 


Açtım.


MBH : Merhaba OyhYeah bey, biz Uydu Net bilmemnesiyiz. Gördüğümüz kadarıyla kablo TV abonesisiniz ve artık analog yayınlar tarihe karışmak üzere. (Salak, kendi sattığı şeyi yeren salak hemde!) Bizim de size özel ve kısa süreli bir teklifimiz olacaktı.

Ben :Eee...

MHB : HD set top box isterseniz ayda sadece bilmemkaç tl ödeyerek size sağlayabiliriz. Bu avantajdan yararlanacağınızı düşünüyorum. Ne dersiniz,

Ben : Şöyle derim;

Öncelikle çok kötü bir zamanda aradınız. Ben internet için almış bulundum kabloTVyi. Ve bir haftadır da internetimi sizin garip müşteri hizmetiniz yüzünden kullanamadım. Bir de şimdi bana bunu mu pazarlamaya çalışıyorsunuz!

MHB: Ama beyfendi..

Ben : İkinci olarak, bunu bir ay önce aradığınızda da bir hafta sürecek demiştiniz. Yemezler...

MHB: Aa şey stok...

Ben: Bir saniye, son olarak şunu söyleyim, evimde televizyon yok. Hediye edecekseniz seve seve set top boxunuzu alırım.

MHB: Benim bunlardan haberim yoktu. Rahatsızlık verdiysem özür dilerim.

Ben : Siz değil hanımefendi, kurum rahatsızlık verdi, yine de kısaca teşekkür ederim, almıyorum.

Sakinim, tatil işe yaradı...

Spor da iyi gidiyor. 

Eski ev arkadaşım da geri dönüyor Türkiye'ye.. Ooooh :)

Fotolar

Camera is a responsive/adaptive slideshow. Try to resize the browser window
It uses a light version of jQuery mobile, navigate the slides by swiping with your fingers
It's completely free (even though a donation is appreciated)
Camera slideshow provides many options to customize your project as more as possible
It supports captions, HTML elements and videos.